İlk yaptığım
plana göre Seul’den sonra Seoroksan milli parkında 1 gün geçirip gece yolculuğu
ile Busan’a geçecektik ancak gerek muson mevsimi olması gerek de Busan’da daha
fazla zaman geçirmek istememiz nedeniyle Seoroksan’dan vazgeçerek Seul’dan
direk Busan’a gitmeye karar verdik. Ev sahibimiz Mark’a Busan’a otobüsle gitmek
için önceden bilet almaya gerek olup olmadığını sordum. “İşe giderken otogara
da uğrayalım sorarız” dedi. Yakınlarda bir mini otogar varmış. Seul merkeze
gitmeden buradan da binip gidebiliyormuşuz. Otogar gerçekten de Seul’un merkez
otogarı centrum city ile karşılaştırıldığında çok ufaktı ve bilet satın alınan
gişenin etrafında en ufak bir ingilizce yazı olmamasından yerel halkın
kullandığı bir otogar olduğunu belli ediyordu. Busan’a sabah 7’de bir otobüs
varmış. Mark “sorun yok, ben bırakırım” deyince adam başı 24600 won ödeyerek
biletlerimizi aldık.
Gwangali plajı ve Gwangandaegyo köprüsü
Sabahın köründe kalkıp bizi otogara bırakan Mark’a teşekkür edip
vedalaştık. Mustafa couchsurfing sistemi ve Mark hakkında o kadar müteşekkirdi
ki durup durup “lan bu adam müslüman olsa kesin cennete gider” deyip duruyordu.
Kore koç seyahatin değerli yolcuları.......
Busan otobüs terminali
Otobüs 2+1 ve
çok geniş koltuklara sahip. Geriye doğru bayağı yatabiliyor ve ön koltukla
arası mesafeli olduğu için kimse kimseyi rahatsız etmemiş oluyor. Seul Busan
arası KTX trenleri 40000 won civarı ve aynı mesafeyi 4,5 saate alıyor. Bizim
otobüs yolculuğumuz ise tek mola ile 6 saate yakın sürdü.
Busan otobüs
terminalinde turizm bürosuna uğrayıp bir harita edindim ve gezilecek yerler
hakkında bilgi aldım. Halihazırda öğle saatleri olduğundan bugün ilk önce
şehitliğe gidelim dedik. Birleşmiş Milletler Kore Anıt Mezarlığı olarak bilinen
yer Busan’a gelmemin en büyük sebeplerinden biriydi.. Çantaları otogarda emanet
dolabına bırakıp metroya indik. Nepo istasyonundan metroya binip 2 numaralı
hatta aktarma yaparak Daeyeon istasyonuna ulaştık. Buradan işaretleri takip
ederek 15 dakika kadar yürüdük. Emin olmak için bir iki kişiye sorduk ama
şansımıza sorduklarımız da burayı bilmiyorlardı. Yol üzerinde bir kavşak Kore
savaşına katılan ülkelerin bayraklarıyla düzenlenmişti. Doğru yolda olduğumuzu
anladık. Sonunda şehitliğe ulaştığımızda girişte kapıdaki asker bizi esas duruşta selamlayarak karşıladı.
Doğdukları
topraklardan binlerce kilometre uzakta şehit düşen, belki annesi, babası ya da
çocukları tarafından bir kez bile ziyaret edilemeyen Mehmetçiklerimiz bu
yemyeşil mezarlıkta yanyana yatıyorlar. Sadece Türkiye değil,
Amerika, Avustralya, Fransa gibi savaşa katılan diğer müttefiklerin şehitleri de
burada. Her ülke kendisine ayrılan bölümde bir anıt yapmış. En çok askerini
kaybeden ülkelerden birisi Türkiye. 1000 den fazla askerimiz Kore’de şehit
düşmüş. Şehitliğin anı salonunu da gezdik. Savaşa katılan askerlerin aileleri
tarafından verilen hatıra eşyalar bu bölümde sergileniyor.
Tekrar
istasyona dönüp Gwangalli’ye gitmek için metroya bindik. Metrodan inip plaja
doğru yürürken ilk kez köpek eti satan bir lokanta gördüm. Gwangali plajı,
açıkta görülen Gwangandaegyo köprüsü manzarasında denize girilebilen bir plaj.
Bu köprünün gece ışıklandırması, dünyada en fazla led ışık kullanılarak
aydınlatılan köprü ünvanını kazandırmış. Gwangali ve Centum city’de biraz daha
dolaştıktan sonra geceyi geçireceğimiz couchsurfing’den Ratana’nın ofisinde çalıştığını söylediği Budist
manastırına ulaşmak için kendimizi yeniden Busan metrosuna attık. Güney Kore’de
yaygın olarak Budist tapınaklarında belirli bir ücret karşılığında
kalınabiliyor. Couchsurfing’den konaklama isteğimizi kabul eden Ratana’da bir
Budist manastırında ücretsiz konaklama imkanı sağladığını yazınca farklı bir
deneyim yaşayacağımızı düşünmüştüm. Metro ile kendisiyle buluşacağımız
istasyona giderken kalacağımız yerin dağın başında bir köy olduğunu ve Busan’ın
gece ışıklarını uzaktan göreceğimizi bilmiyorduk tabi.
Ev sahibimiz
Ratana bizi metro istasyonunda karşıladı ve hocası olduğunu söylediği diğer bir
arkadaşı ile tanıştırdı. Sırt çantalarımızı arabanın bagajına attıktan sonra
köye giden otobüslerin geçtiği durağı gösterip ana yoldan ilerlemeye başladık.
Birkaç kilometre sonra dağlara doğru giden tali bir yola girdik. Pirinç
tarlalarının, ekili bahçelerin arasından geçip yukarı doğru tırmanırken bir
yandan Ratana’nın sorularına cevap veriyor bir yandan da ihtişamlı bir Budist
manastırı görmek umuduyla dışarıya bakıyordum. Araba durduğunda ise çevremde
gördüklerim sağlı sollu birkaç evden başka bir şey değildi.
Ratana bize
çevreyi gezdirince Budist manastırlarının bu evlerden ibaret olduğunu anladık.
Meditasyon evi, yemekhane, resepsiyon, otel binaları hep küçük küçük evlerdi.
Ratana ile burada uyguladıkları sati budismi, meditasyon seansları, felsefeleri,
gelecek hedefleri hakkında konuştuk. Kahvaltı sabah 4:30 da, öğle yemeği 10:30
daymış. Ayakta ve oturarak meditasyon yapılıyormuş. Ayakta yapılan ortalama 1
saat sürüyormuş. Buraya uzun dönem meditasyon için gelenlerden ücret alınmıyormuş.
Bir müddet gürültü yapmadan meditasyon yapanları izledik. İstersek bizimde
meditasyon seanslarına katılabileceğimizi söyledi. Ardından Ratana’nın ofisine
geçip muhabbete devam ettik. Konuşma devam ederken Ratana önümüze bir kayıt
form koyup kimlik ve iletişim bilgilerimizi yazmamızı, altına da imza atmamızı
isteyince ben kibarca formu doldurmak istemediğimi söyledim. Manastıra giren
herkes bu formu doldurmalıymış. “Otele mi geldik Ratana?” deyince bir anda
ortam buz gibi oldu.Baktım ratana’da bir tiripler, bir tiripler. Neyse dedim
geç oldu biz yatalım. Zaten Ratana ile kulübemiz yan yana. Resmi bir şekide iyi
geceler diyerek yattık.
Manastırda böyle yerde yatılıyormuş.
Budist manastırı köyde sağlı sollu evlerden oluşuyormuş.
Utangaç hostumuz Ratana ile
Ertesi sabah
Ratana’nın kapıyı tıklatmasıyla uyandık. Bizi arabayla metro istasyonuna kadar
bırakabileceğini söyledi. Baktım dün akşamki gerginlik yerini misafirperverliğe
bırakmış. Otobüsten ineceğimiz durağı, yürümemiz gereken yolu ayrıntılarıyla
anlattı. Bugünkü gezi planımız hakkında yorumlarda bulundu.
Metroya
geçtik. Dün gece gelirken fark etmemiştik. Bindiğimiz mor hat treninin makinist
bölümü yoktu. Dolayısıyla trenin durmasını ve hareket etmesini sağlayan bir
vatmanda yoktu. Aşağıdaki videoyu normalde vatmanın olması gereken yerden yani trenin
ön tarafından Busan havalimanı istasyonuna yaklaşırken çektim.
Bugün ilk
durağımız Gamcheon. Burası hakkında doğunun santorinisi, korenin machu pichusu
gibi tuhaf tuhaf terimler okumuştum. Notlarımda metro ile Toseong istasyonuna
ulaştıktan sonra 2-2 numaralı otobüse binmemiz gerektiği yazılıydı. Otobüs
durağında koreli bir amca bize ısrarla 2’ye binin deyince, o anda 2 numaralı
otobüste çıkıp gelince düşünmeden bindik. Sanırım bu otobüs Gamcheon’un
bulunduğu tepeye dolaşmadan çıktığı için daha populerdi. İndiğimiz yerde ilk
karşılaştığımız manzara bir tepeden ileriye doğru bakıldığında yamaç boyunca
uzanan rengarenk evlerdi. Kore Savaşı sırasında bu bölge göçmenler için toplama
kampıymış ve yıllarca Busan’ın en fakir, en kalabalık,en zorlu bölgesi olmuş. Bugün
uzaktan bakınca rengarenk görünen evler o yıllarda derme çatma kulübelermiş. Günümüzde
ise Gamcheon sanat ağırlıklı bir bölgeye dönüşmüş. Rengarenk sokakları yerli
yabancı tüm turistlerin ilgisini çekiyor.
Gamcheon kültür köyü
Gamcheon sokakları
Gamcheon’dan
otobüse binip anacaddeye ulaştık ve Jagalchi balık pazarına doğru yürümeye
başladık. Busan’ın bu bölgesi alışveriş için de ideal bir bölge. İnsan
kalabalığı henüz öğle olmamasına rağmen farkediliyordu. Jagalchi balık pazarı
Busan’a gelenlerin mutlaka ziyaret etmesi gereken bir yer. Kapalı olan pazarın
alt katı deniz mahsullerinin satıldığı yer, üst kat ise restoran. Özellikle, denizden
babam çıksa yerim diyenler buraya mutlaka uğramalı. Istakozmuş, ahtapotmuş, yengeçmiş
bunlar tamam ama bakınca bu ne yahu dediğim deniz canlıları taze taze ve canlı
canlı dükkanların önlerindeki akvaryumlarda yüzüyorlar. Gelen müşterinin
isteğine göre hemen oracıkta temizlenerek üst katta pişiriliyor ve önünüze
getiriliyor. Ortam süper hijyenik. Dükkan önlerinde sürekli sular akıyor,
havalandırmalar çalışıyor ve inanması güç ama balık kokusu diye bir şey yok. Fiyatlar
yüksekti. Kol kadar balıklar ortalama 20000 won, kral yengeç 40000 wondu.
Jagalchi
balık pazarı sadece bu kapalı alandan ibaret değil. Kapalı pazardan çıkıp sola
doğru yürüyünce bir de açık pazar var. İşte burda fiyatlar neredeyse kapalı
pazarın üçte biriydi. Burada balıklar bizdeki pazarlar gibi açıkta satılıyordu
ama kapalı pazara göre dehşet bir kalabalık vardı. Bir çok irili ufaklı
lokantada yer bulmak bile zordu. Anladık ki asıl piyasa burası ve hemen bir
lokantaya kendimizi atıp kişi başı 7000 wona balık ziyafeti çektik.
Ana cadde
Jagalchi ro’dan yolun karşı tarafına geçerek Gwanbok Ro caddesine ulaştık. Biff
meydanını gördük. Busan’ın Mahmutpaşa’sı diyebileceğim Gukje market burada.
Sokak yemeklerinden giysiye, kitaptan baharata herşey burada satılıyordu. Gwanbok
dong caddesinde dolaştıktan sonra Yongdusan park’a çıkmak üzere merdivenleri
tırmandık. Yongdusan park ve Busan kulesi bu bölgede görülmesi gereken
yerlerden. Busan kulesine çıkmak için 5000 won ödedik. Kule 1973’de yapılmış. Seyir
terası 120 metre yükseklikte ve 360 derece görüş imkanı var. Bu yükseklikten de
gerçekten konuya hakim olunuyor.
Busan’da
ikinci günümüzü Busan’ın en cıvıl cıvıl semti Haeundae’nin aynı ismi taşıyan Haeundae
plajında noktaladık. Keyifli bir öğleden sonra oldu. Ama temmuz ayı olmasına
rağmen su soğuktu.
Gece
manastıra döndüğümüzde Ratana halen ofisinde çalışıyordu. İnternet odada
çekmediğinden bir müddet burada takıldık. Ratana’ya Kore’de hristiyanların
budistlerden neden sayıca daha üstün olduklarını sordum. Kore Savaşı sırasında
Amerikalılar Kore halkına yardım edince halk “bunlar iyi insanlar bunların
dinleri de iyidir” diye düşünmüş ve hristiyanlığa geçmiş. Ayak üstü muhabbet
koyulaşınca Ratana plajdaki bikinili kızları sordu. Konu konuyu açtı. Bir
müddet daha takılıp odamıza çekildik.
Nampo semti
Yıngdusan parkta meditasyon yapan insanlar
Yongdusan park ve arkada Busan kulesi
Yongdusan park
Busan kulesinden manzara
Haeundae sokakları
Haeundae plajı
Başta ne olduğunu anlamadık. Fotoğraftaki yer bir gözlük dükkanı.
Ertesi sabah
sırtçantamızı topladıktan sonra Ratana’dan bizi yine metroya kadar bırakmasını
rica ettik. Kahvaltıyı uygunsuz saatleri nedeniyle deneyememiş olsakta
manastırda kalmak farklı bir deneyimdi. Bugünkü planımız Yonggungsa ve Beomeosa
tapınaklarına gitmek ve akşama doğru otobüsle Gyeongju’ya geçmekti. Metro ile Centum
City durağına gelip çantalarımızı emanet dolaplarına kilitledik. Ana caddede
otobüs durağından 181 numaralı otobüse binerek yarım saatlik bir yolculuk
yaptık. Hava bugün kapalıydı ve ara ara yağmur atıştırıyordu.
Yonggungsa
(ejderha sarayı) tapınağı alışılagelmiş Budist tapınaklarından farklı olarak
deniz kıyısına inşaa edilmiş. Tapınağın dış kapısından girdiğimiz andan
itibaren farklı bir ibadethanede olduğumuzu bize hissettiren şey hoparlörlerden
sürekli tekrarlanan ilahiler oldu. Yürüyüş yolunca farklı amaçlara hizmet eden buda
heykelleriyle karşılaştık. Mesela çocuk sahibi olmak istiyorsunuz. Bu iş için
adanmış budaya gideceksiniz. Yada akademik kariyer istiyorsunuz. Sizin işinize
bakan buda özel bir buda.
İnişli çıkışlı
merdivenlerden sonra ana tapınağa ulaştık. Kayalıklardan bakınca denizin dalga
sesleri ilahi seslerine karışıyordu. Bizim coğrafyada görmeye alışık
olmadığımız bir mimari ve denizle de birleşince çok güzel fotoğraf kareleri
sunuyor.Tapınaklarda ibadet eden insanları izledik. Namazdaki rüku ve secdeye
benzeyen hareketleri gözlemledik. Nedense burada bizden başka turist yoktu. Tapınağın videosu aşağıda ;)
Yonggungsa Budist tapınağı
Yonggungsa'da ibadet anları
Resim yazısı ekle
Yonggungsa ana tapınağın önünde
Çocuk sahibi olmak isteyenler soldaki budaya, teog da başarılı olmak isteyenler sağdaki budaya gidiyor :)
Öğle yemeğinden sonra hava iyiden iyiye bozdu. Bu nedenle Beomeosa tapınağından vazgeçerek Gyeongju şehrine gitmek için Busan otobüs terminalinin yolunu tuttuk.