14 Ağustos 2016 Pazar

GÜNEY KORE,2.bölüm: BUSAN


İlk yaptığım plana göre Seul’den sonra Seoroksan milli parkında 1 gün geçirip gece yolculuğu ile Busan’a geçecektik ancak gerek muson mevsimi olması gerek de Busan’da daha fazla zaman geçirmek istememiz nedeniyle Seoroksan’dan vazgeçerek Seul’dan direk Busan’a gitmeye karar verdik. Ev sahibimiz Mark’a Busan’a otobüsle gitmek için önceden bilet almaya gerek olup olmadığını sordum. “İşe giderken otogara da uğrayalım sorarız” dedi. Yakınlarda bir mini otogar varmış. Seul merkeze gitmeden buradan da binip gidebiliyormuşuz. Otogar gerçekten de Seul’un merkez otogarı centrum city ile karşılaştırıldığında çok ufaktı ve bilet satın alınan gişenin etrafında en ufak bir ingilizce yazı olmamasından yerel halkın kullandığı bir otogar olduğunu belli ediyordu. Busan’a sabah 7’de bir otobüs varmış. Mark “sorun yok, ben bırakırım” deyince adam başı 24600 won ödeyerek biletlerimizi aldık.
Gwangali plajı ve Gwangandaegyo köprüsü
Sabahın köründe kalkıp bizi otogara bırakan Mark’a teşekkür edip vedalaştık. Mustafa couchsurfing sistemi ve Mark hakkında o kadar müteşekkirdi ki durup durup “lan bu adam müslüman olsa kesin cennete gider” deyip duruyordu.
Kore koç seyahatin değerli yolcuları.......

Busan otobüs terminali







Otobüs 2+1 ve çok geniş koltuklara sahip. Geriye doğru bayağı yatabiliyor ve ön koltukla arası mesafeli olduğu için kimse kimseyi rahatsız etmemiş oluyor. Seul Busan arası KTX trenleri 40000 won civarı ve aynı mesafeyi 4,5 saate alıyor. Bizim otobüs yolculuğumuz ise tek mola ile 6 saate yakın sürdü.

Busan otobüs terminalinde turizm bürosuna uğrayıp bir harita edindim ve gezilecek yerler hakkında bilgi aldım. Halihazırda öğle saatleri olduğundan bugün ilk önce şehitliğe gidelim dedik. Birleşmiş Milletler Kore Anıt Mezarlığı olarak bilinen yer Busan’a gelmemin en büyük sebeplerinden biriydi.. Çantaları otogarda emanet dolabına bırakıp metroya indik. Nepo istasyonundan metroya binip 2 numaralı hatta aktarma yaparak Daeyeon istasyonuna ulaştık. Buradan işaretleri takip ederek 15 dakika kadar yürüdük. Emin olmak için bir iki kişiye sorduk ama şansımıza sorduklarımız da burayı bilmiyorlardı. Yol üzerinde bir kavşak Kore savaşına katılan ülkelerin bayraklarıyla düzenlenmişti. Doğru yolda olduğumuzu anladık. Sonunda şehitliğe ulaştığımızda girişte kapıdaki asker bizi esas duruşta selamlayarak karşıladı.

Doğdukları topraklardan binlerce kilometre uzakta şehit düşen, belki annesi, babası ya da çocukları tarafından bir kez bile ziyaret edilemeyen Mehmetçiklerimiz bu yemyeşil mezarlıkta yanyana yatıyorlar. Sadece Türkiye değil, Amerika, Avustralya, Fransa gibi savaşa katılan diğer müttefiklerin şehitleri de burada. Her ülke kendisine ayrılan bölümde bir anıt yapmış. En çok askerini kaybeden ülkelerden birisi Türkiye. 1000 den fazla askerimiz Kore’de şehit düşmüş. Şehitliğin anı salonunu da gezdik. Savaşa katılan askerlerin aileleri tarafından verilen hatıra eşyalar bu bölümde sergileniyor.
Tekrar istasyona dönüp Gwangalli’ye gitmek için metroya bindik. Metrodan inip plaja doğru yürürken ilk kez köpek eti satan bir lokanta gördüm. Gwangali plajı, açıkta görülen Gwangandaegyo köprüsü manzarasında denize girilebilen bir plaj. Bu köprünün gece ışıklandırması, dünyada en fazla led ışık kullanılarak aydınlatılan köprü ünvanını kazandırmış. Gwangali ve Centum city’de biraz daha dolaştıktan sonra geceyi geçireceğimiz couchsurfing’den Ratana’nın ofisinde çalıştığını söylediği Budist manastırına ulaşmak için kendimizi yeniden Busan metrosuna attık. Güney Kore’de yaygın olarak Budist tapınaklarında belirli bir ücret karşılığında kalınabiliyor. Couchsurfing’den konaklama isteğimizi kabul eden Ratana’da bir Budist manastırında ücretsiz konaklama imkanı sağladığını yazınca farklı bir deneyim yaşayacağımızı düşünmüştüm. Metro ile kendisiyle buluşacağımız istasyona giderken kalacağımız yerin dağın başında bir köy olduğunu ve Busan’ın gece ışıklarını uzaktan göreceğimizi bilmiyorduk tabi.
Ev sahibimiz Ratana bizi  metro istasyonunda karşıladı ve hocası olduğunu söylediği diğer bir arkadaşı ile tanıştırdı. Sırt çantalarımızı arabanın bagajına attıktan sonra köye giden otobüslerin geçtiği durağı gösterip ana yoldan ilerlemeye başladık. Birkaç kilometre sonra dağlara doğru giden tali bir yola girdik. Pirinç tarlalarının, ekili bahçelerin arasından geçip yukarı doğru tırmanırken bir yandan Ratana’nın sorularına cevap veriyor bir yandan da ihtişamlı bir Budist manastırı görmek umuduyla dışarıya bakıyordum. Araba durduğunda ise çevremde gördüklerim sağlı sollu birkaç evden başka bir şey değildi.
Ratana bize çevreyi gezdirince Budist manastırlarının bu evlerden ibaret olduğunu anladık. Meditasyon evi, yemekhane, resepsiyon, otel binaları hep küçük küçük evlerdi. Ratana ile burada uyguladıkları sati budismi, meditasyon seansları, felsefeleri, gelecek hedefleri hakkında konuştuk. Kahvaltı sabah 4:30 da, öğle yemeği 10:30 daymış. Ayakta ve oturarak meditasyon yapılıyormuş. Ayakta yapılan ortalama 1 saat sürüyormuş. Buraya uzun dönem meditasyon için gelenlerden ücret alınmıyormuş. Bir müddet gürültü yapmadan meditasyon yapanları izledik. İstersek bizimde meditasyon seanslarına katılabileceğimizi söyledi. Ardından Ratana’nın ofisine geçip muhabbete devam ettik. Konuşma devam ederken Ratana önümüze bir kayıt form koyup kimlik ve iletişim bilgilerimizi yazmamızı, altına da imza atmamızı isteyince ben kibarca formu doldurmak istemediğimi söyledim. Manastıra giren herkes bu formu doldurmalıymış. “Otele mi geldik Ratana?” deyince bir anda ortam buz gibi oldu.Baktım ratana’da bir tiripler, bir tiripler. Neyse dedim geç oldu biz yatalım. Zaten Ratana ile kulübemiz yan yana. Resmi bir şekide iyi geceler diyerek yattık.
Manastırda böyle yerde yatılıyormuş.

Budist manastırı köyde sağlı sollu evlerden oluşuyormuş.

Utangaç hostumuz Ratana ile

Ertesi sabah Ratana’nın kapıyı tıklatmasıyla uyandık. Bizi arabayla metro istasyonuna kadar bırakabileceğini söyledi. Baktım dün akşamki gerginlik yerini misafirperverliğe bırakmış. Otobüsten ineceğimiz durağı, yürümemiz gereken yolu ayrıntılarıyla anlattı. Bugünkü gezi planımız hakkında yorumlarda bulundu.
Metroya geçtik. Dün gece gelirken fark etmemiştik. Bindiğimiz mor hat treninin makinist bölümü yoktu. Dolayısıyla trenin durmasını ve hareket etmesini sağlayan bir vatmanda yoktu. Aşağıdaki videoyu normalde vatmanın olması gereken yerden yani trenin ön tarafından Busan havalimanı istasyonuna yaklaşırken çektim.

Bugün ilk durağımız Gamcheon. Burası hakkında doğunun santorinisi, korenin machu pichusu gibi tuhaf tuhaf terimler okumuştum. Notlarımda metro ile Toseong istasyonuna ulaştıktan sonra 2-2 numaralı otobüse binmemiz gerektiği yazılıydı. Otobüs durağında koreli bir amca bize ısrarla 2’ye binin deyince, o anda 2 numaralı otobüste çıkıp gelince düşünmeden bindik. Sanırım bu otobüs Gamcheon’un bulunduğu tepeye dolaşmadan çıktığı için daha populerdi. İndiğimiz yerde ilk karşılaştığımız manzara bir tepeden ileriye doğru bakıldığında yamaç boyunca uzanan rengarenk evlerdi. Kore Savaşı sırasında bu bölge göçmenler için toplama kampıymış ve yıllarca Busan’ın en fakir, en kalabalık,en zorlu bölgesi olmuş. Bugün uzaktan bakınca rengarenk görünen evler o yıllarda derme çatma kulübelermiş. Günümüzde ise Gamcheon sanat ağırlıklı bir bölgeye dönüşmüş. Rengarenk sokakları yerli yabancı tüm turistlerin ilgisini çekiyor.

Gamcheon kültür köyü


Gamcheon sokakları
Gamcheon’dan otobüse binip anacaddeye ulaştık ve Jagalchi balık pazarına doğru yürümeye başladık. Busan’ın bu bölgesi alışveriş için de ideal bir bölge. İnsan kalabalığı henüz öğle olmamasına rağmen farkediliyordu. Jagalchi balık pazarı Busan’a gelenlerin mutlaka ziyaret etmesi gereken bir yer. Kapalı olan pazarın alt katı deniz mahsullerinin satıldığı yer, üst kat ise restoran. Özellikle, denizden babam çıksa yerim diyenler buraya mutlaka uğramalı. Istakozmuş, ahtapotmuş, yengeçmiş bunlar tamam ama bakınca bu ne yahu dediğim deniz canlıları taze taze ve canlı canlı dükkanların önlerindeki akvaryumlarda yüzüyorlar. Gelen müşterinin isteğine göre hemen oracıkta temizlenerek üst katta pişiriliyor ve önünüze getiriliyor. Ortam süper hijyenik. Dükkan önlerinde sürekli sular akıyor, havalandırmalar çalışıyor ve inanması güç ama balık kokusu diye bir şey yok. Fiyatlar yüksekti. Kol kadar balıklar ortalama 20000 won, kral yengeç 40000 wondu.
Jagalchi balık pazarı sadece bu kapalı alandan ibaret değil. Kapalı pazardan çıkıp sola doğru yürüyünce bir de açık pazar var. İşte burda fiyatlar neredeyse kapalı pazarın üçte biriydi. Burada balıklar bizdeki pazarlar gibi açıkta satılıyordu ama kapalı pazara göre dehşet bir kalabalık vardı. Bir çok irili ufaklı lokantada yer bulmak bile zordu. Anladık ki asıl piyasa burası ve hemen bir lokantaya kendimizi atıp kişi başı 7000 wona balık ziyafeti çektik.






Ana cadde Jagalchi ro’dan yolun karşı tarafına geçerek Gwanbok Ro caddesine ulaştık. Biff meydanını gördük. Busan’ın Mahmutpaşa’sı diyebileceğim Gukje market burada. Sokak yemeklerinden giysiye, kitaptan baharata herşey burada satılıyordu. Gwanbok dong caddesinde dolaştıktan sonra Yongdusan park’a çıkmak üzere merdivenleri tırmandık. Yongdusan park ve Busan kulesi bu bölgede görülmesi gereken yerlerden. Busan kulesine çıkmak için 5000 won ödedik. Kule 1973’de yapılmış. Seyir terası 120 metre yükseklikte ve 360 derece görüş imkanı var. Bu yükseklikten de gerçekten konuya hakim olunuyor.
Busan’da ikinci günümüzü Busan’ın en cıvıl cıvıl semti Haeundae’nin aynı ismi taşıyan Haeundae plajında noktaladık. Keyifli bir öğleden sonra oldu. Ama temmuz ayı olmasına rağmen su soğuktu.
Gece manastıra döndüğümüzde Ratana halen ofisinde çalışıyordu. İnternet odada çekmediğinden bir müddet burada takıldık. Ratana’ya Kore’de hristiyanların budistlerden neden sayıca daha üstün olduklarını sordum. Kore Savaşı sırasında Amerikalılar Kore halkına yardım edince halk “bunlar iyi insanlar bunların dinleri de iyidir” diye düşünmüş ve hristiyanlığa geçmiş. Ayak üstü muhabbet koyulaşınca Ratana plajdaki bikinili kızları sordu. Konu konuyu açtı. Bir müddet daha takılıp odamıza çekildik.
Nampo semti

Yıngdusan parkta meditasyon yapan insanlar

Yongdusan park ve arkada Busan kulesi
Yongdusan park

Busan kulesinden manzara


Haeundae sokakları

Haeundae plajı
Başta ne olduğunu anlamadık. Fotoğraftaki yer bir gözlük dükkanı.

Ertesi sabah sırtçantamızı topladıktan sonra Ratana’dan bizi yine metroya kadar bırakmasını rica ettik. Kahvaltıyı uygunsuz saatleri nedeniyle deneyememiş olsakta manastırda kalmak farklı bir deneyimdi. Bugünkü planımız Yonggungsa ve Beomeosa tapınaklarına gitmek ve akşama doğru otobüsle Gyeongju’ya geçmekti. Metro ile Centum City durağına gelip çantalarımızı emanet dolaplarına kilitledik. Ana caddede otobüs durağından 181 numaralı otobüse binerek yarım saatlik bir yolculuk yaptık. Hava bugün kapalıydı ve ara ara yağmur atıştırıyordu.

Yonggungsa (ejderha sarayı) tapınağı alışılagelmiş Budist tapınaklarından farklı olarak deniz kıyısına inşaa edilmiş. Tapınağın dış kapısından girdiğimiz andan itibaren farklı bir ibadethanede olduğumuzu bize hissettiren şey hoparlörlerden sürekli tekrarlanan ilahiler oldu. Yürüyüş yolunca farklı amaçlara hizmet eden buda heykelleriyle karşılaştık. Mesela çocuk sahibi olmak istiyorsunuz. Bu iş için adanmış budaya gideceksiniz. Yada akademik kariyer istiyorsunuz. Sizin işinize bakan buda özel bir buda.

İnişli çıkışlı merdivenlerden sonra ana tapınağa ulaştık. Kayalıklardan bakınca denizin dalga sesleri ilahi seslerine karışıyordu. Bizim coğrafyada görmeye alışık olmadığımız bir mimari ve denizle de birleşince çok güzel fotoğraf kareleri sunuyor.Tapınaklarda ibadet eden insanları izledik. Namazdaki rüku ve secdeye benzeyen hareketleri gözlemledik. Nedense burada bizden başka turist yoktu. Tapınağın videosu aşağıda ;)
Yonggungsa Budist tapınağı



Yonggungsa'da ibadet anları

Resim yazısı ekle

Yonggungsa ana tapınağın önünde

Çocuk sahibi olmak isteyenler soldaki budaya, teog da başarılı olmak isteyenler sağdaki budaya gidiyor :)


Öğle yemeğinden sonra hava iyiden iyiye bozdu. Bu nedenle Beomeosa tapınağından vazgeçerek Gyeongju şehrine gitmek için Busan otobüs terminalinin yolunu tuttuk.
Yağmurlu bir öğleden sonra Busan'a veda ederken