25 Mart 2018 Pazar

Konya-Karaman-Silifke-Alanya rotası

Rotamız

Konya şehir merkezinden ayrılıp güneye doğru devam ettik. Öğrenciliğimizde tarih, coğrafya derslerinde adını duyduğumuz ünlü Çatalhöyük bir sonraki durağımız. Konya’ya 50 kilometre mesafede Çumra ilçesi yakınlarında bulunan Çatalhöyük 9000 yıl öncesindeki yerleşik yaşantıya dair ipuçları veriyor. Giriş ücretsiz. Buraya kadar olan yolun pek de düzgün olmadığını yazmakta yarar var. Kazı alanının bulunduğu höyüğü dolaşmadan önce müzeyi ziyaret edip, rekonstruksiyon çatalhöyük evlerini ziyaret ettik. İlginç bilgiler öğrendik; O dönemde yaşayan insanlar evlerine çatılardan merdivenler yardımıyla giriyorlarmış. Ölen kişiler evin içine gömülüyormuş.Köydeki tüm evlerin içi birbirinden farklıymış. İnsan dışkısı dahil tüm çöpler köyün içinde birkaç evin arasındaki boşluğa atılırmış.

Çumra üzerinden Karaman’a doğru devam ettik. Amacımız Karaman’da gezilecek yerler listesinde yer alan birkaç yere uğrayıp yola devam etmekti. Arabamızı merkezde bir ara sokağa park edip dolaşmaya başladık. Hatuniye medresesi kapalıydı. Medresenin yanındaki Karaman müzesine girdik. Küçük bir müze olmasına rağmen içerik olarak zengindi. Buradan ayrıldıktan sonra Hürrem Dayı evi’ne gittik. Maalesef burası da kapalıydı. Şehrin bu bölümlerinde dolaşırken “Karaman ilçe olarak kalsaydı” diye düşünmedim değil.
Yürüyerek çeşmeli kiliseye ulaştık. Burayı da kapalı görünce Karaman İl Turizm müdürlüğündekilerin kulaklarını iyice çınlattık. Emitt ve benzeri fuarlarda her yıl boy gösterisi yapıp sözüm ona şehirlerinin tanıtımını yapan ve turistleri şehirlerine çekmeye çalışan Karaman’lı yetkililer, şehirlerinde bulunan gezilecek yerlerin kapılarındaki kilitleri de bir zahmet kaldırsınlar.
Tartan evi
Bu kadar vakit kaybı yeter diyorduk ki Tartan evi karşımıza çıktı. Neyse ki burası açıkmış. Eski ve görkemli bir konağı turizme kazandırmışlar. Özellikle üst katın tavandaki çizim ve nakışlar gerçek bir el emeğiydi.  
Karaman merkeze 50 km kadar uzaklıkta bulunan Tahıl ambarları ve İncesu mağarasına da gitme niyetimiz vardı ama merkezdeki yerlerin yarıdan çoğu kapalı olunca risk almak istemedik ve Mut’a doğru devam ettik. Karaman’dan çıktıktan sonra yer şekilleri değişti ve çam ağaçlarıyla dolu dağlar görünmeye başladı. Coğrafya derslerinden hatırladığımız Sertavul geçidinden geçtik. Burası aynı zamanda Karaman Mersin il sınırı.
Biraz ilerledikten sonra Alaoda kilisesi tabelasının önünde aracı park edip bayır aşağı yürüdük. Ancak kiliseyi bulamadık. Ne yazık ki anayoldaki tabela dışında kilisenin yerini gösteren herhangi bir işaret yok.
Birkaç kilometre ileride Alahan manastırı tabelasını görüp döndük. İki kilometrelik dik bir tırmanışın sonunda manastır karşımıza çıktı. Giriş ücretsiz. Yapılan restorasyonla ana bina ortaya çıkarılmış ama manastırın diğer bölümleri harabe. 1300 metre yükseklikten manzara harika.
Alahan manastırı

Anayola çıkıp Mut istikametinde ilerledik. Mut’a birkaç kilometre kala Yerköprü şelalesi tabelası karşımıza çıktı. 20 kilometre asfalt yolda, 10 kilometre de toprak yolda ilerledikten sonra şelale girişinde durduk. Makbuz karşılığında 12 lira ödeme yapıp arabamızı park ettik. Araç park yerinden itibaren şelaleye kadar parke taşlardan yürüyüş yolu yapılmış. Yaklaşık 1 kilometrelik yürüyüşün ardından Göksu nehrinin üzerinde oluşmuş bir doğa harikası karşımızdaydı.
Şelalede depoladığımız temiz hava karnımızı acıktırmıştı. Mut’un içinde bir şeyler yemek için durduk. Durmuşken de Mut’a şöyle bir göz attık.

Mut’dan Silifke’ye kadar olan yol beni çok yordu. Hükümetin en iddialı olduğu, duble yol inşaatı yoğun araç trafiğine rağmen nedense bu rotada başlamamış. Tek şerit gidiş geliş nedeniyle ağır bir vasıtanın arkasında kalınırsa yol bitmek bilmiyor.
Geceyi Silifke öğretmenevinde geçirdikten sonra ufak bir şehir turu yapıp yolumuza devam ettik. Silifke kalesini ve kalenin eteğindeki Tekirambarı sarnıcını gördük. Göksu nehri Silifke’nin içinden geçip Akdeniz’e dökülüyor. İçinden nehir geçen yerlerin ayrı bir havası oluyor. Silifke’de öyleydi.
Cennet çöküntüsü
Mersin yönüne devam edip Cennet-Cehennem denilen çöküntülere ulaştık. Tektonik hareketler sonucu oluşmuş ki ayrı çöküntüye, birinin içinde hiç ot bitmemesi diğerinin ise yeşil olması nedeniyle cennet ve cehennem denilmiş. Cennet çöküntüsüne çocuklarla inmek kolaydı ama çıkmak zor oldu. Çöküntü sonucu bir mağara oluşmuş. Mağaranın girişinde bir de kilise kalıntısı var. Cehennem çöküntüsüne ise inmek mümkün değil, sadece kenarından bakılabiliyor. Çöküntülere giriş müze kart ile ücretsiz. Cennet cehennem ile aynı yol üzerinde bulunan Astım mağarasına uğradık. Küçük bir mağaraydı. Burada müze kart geçmiyor.
Birkaç kilometre ileride denizin ortasına yapılmış Kızkalesi var. Türkiye’nin tanıtımında en önlerde yer alabileceğini düşündüğüm bu tablo gibi kalenin hakettiği ilgiyi görmediğini fark ettim. Çevre oldukça bakımsızdı. Kaleye geçmek için kıyıdan tekneler kalkıyor ancak turist olduğunuzu anlayınca yüksek fiyat çekiyorlar. Belediyenin burada yapması gereken teknecileri bir çatı altında toplayıp makul bir fiyattan kaleye seferler düzenlenmesini sağlamak. Gelmişken bu manzaralı plajda deniz sezonunu da açtık. Deniz sığ ve dalgasız. Eminim yazın yüksek sezonda plajda yer bulmak zor oluyordur.
Mamure kalesi

Mersin’e doğru bir kilometre daha devam edip Korikos antik kentini dışarıdan gördükten sonra yeniden Silifke yönüne döndük. Gezi planımda şeytan deresi ve adam kayalar denilen kabartma heykelleri de vardı ama okuduğum yorumlarda, bölgenin çocuklarla yürümek için tehlikeli olduğu yazdığından burayı gezi planımdan çıkarttım.
Bir sonraki durağımız Gilindere mağarasına ulaşmak için Anamur’a doğru 1 saat kadar gittik. Yolun belirli kesimlerinde duble yol çalışmaları var. Bazen kısmi olarak açılan duble yollara girip hızlansak da genelde eski dağ yollarından kıvrıla kıvrıla devam ettik. Neyseki bu bölgede araç trafiği çok yoğun değildi. Gilindere mağarası aydıncık yakınlarında. Benzerlerinden farklı olarak girişi denize bakan bir yamaçta. Yani normal şartlarda burayı bulmak pek kolay değil. Çoğu mağaranın keşfedilme hikayesine benzer biçimde meraklı bir çoban tarafından 10 yıl kadar önce fark edilmiş. Mağaranın yolu ve iç aydınlatması özel bir şirket tarafından yapılmış ve aynı şirket tarafından işletmesi yapılıyor. Mağara, tam bir doğa harikası ve içerisinde aynalı göl denilen doğal bir göl var. Giriş ücreti 6 lira, müzekart geçmiyor.
Gilindere mağarası ve aynalı göl
Anamur’a doğru devam ettik. Yol kenarları muz bahçeleriyle ve tabi muz satıcılarıyla dolu. Bir tanesinin yanında durduk. Kilosu 6 liraymış. İstanbul’da pazarda 4 liraya satılan yerli muz, üretildiği bahçenin önünde %50 daha pahalıya satılıyordu.
Bir sonraki durağımız Mamure kalesiydi. Kale Selçuklular tarafından fethedilirken çok yıpranmış. Ardından yeniden imar (mamur)  edilmiş. Bu nedenle ismi mamuriye (yeniden inşa) kalesiymiş. Kale, dışardan günümüze gayet iyi bir şekilde ulaşmış gibi görünüyordu. Meğer restorasyon yapılıyormuş. İçine giremediğimizden çevresinde bir tur attık. Fotoğraf meraklıları için güzel bir yer.
Google haritalarda Anamur’da ne var ne yok diye baktık. Köşekbükü mağarası tam yolumuzun üzerinde görünüyordu. Şehir içinde mağara olur mu olmaz mı derken anladık ki mağaranın konumu yanlış işaretlenmiş. Mağara merkeze 16 kilometre uzaklıkta olunca gitmekten vazgeçtik. Merkezde bulunan Şavkı Efendi Konağına ulaştık ama burası da kapalıydı.
Anemurium Antik kenti, Anfitiyatro
Anamur’da görülmesi gereken en önemli yer olan Anemurium antik kentini gezdik. Tarihle doğanın iç içe olduğu, hamamlardan evlere, anfitiyatrodan meydanlara kadar yapıların kalıntılarının bulunduğu güzel bir ören yeriydi. Deniz mevsiminde burada yüzerek denizin altındaki kalıntıları da görmek mümkünmüş. Aniden bastıran yağmur nedeniyle Anemurium gezimizi yarıda kesip aracımıza döndük.
Anamur’dan Gazipaşa’ya kadar olan yol muz tarlaları, dağ ve deniz manzaraları eşliğinde devam ettiyse de virajlı olması nedeniyle yorucuydu. Gazipaşa’dan sonra düz bir yoldan Alanya’ya devam ettik.
Turizmin bir ilçeyi nasıl büyütüp koca bir şehir haline getirdiğinin en büyük örneği herhalde Antalya’nın Alanya ilçesidir. Merkezden hem batı hem de doğu yönünde 30 kilometre kadar gidiyorsunuz ve her yer otel. Yazın, deniz güneş kum turizmi için ilçeye akın edenlerle hınca hınç dolan plajlar, bu mevsimde bomboştu. Alanya’nın merkezi için ise aynı şeyleri söylemek zor. Aracı park edecek yeri zar zor bulup Kızılkule’ye doğru yürüdük. Kule; limanı, tersaneyi ve Alanya Kalesi’ni deniz yönünden gelecek saldırılara karşı korumak amacıyla Selçuklu hükümdarı I.Alaaddin Keykubat tarafından 13. yüzyılda inşa ettirilmiş. Müze kart ile hem kuleye hem de tersaneye ücretsiz girdik. Ortaçağda yapılmış bir tersaneyi gezmek güzeldi.
Kalenin batı tarafında bulunan plaja Kleopatra plajı deniyor. Efsaneye göre Kleopatra buradan denize girermiş. Buranın yazın nasıl cıvıl cıvıl olduğunu bildiğimden boş hali hiç ilgimi çekmedi. Plajın bittiği yerde Damlataş mağarası bulunuyor. Astıma iyi geldiği söylenen mağara turistler tarafından çok ziyaret edildiği için olsa gerek giriş ücreti 17 lira ve müze kart geçerli değil. Üstelik çok küçük.
Kızılkule, Alanya

Antalya yönüne devam edip bir süre sonra Konya sapağından döndük. Deniz havası yerini dağ havasına bıraktı. Çok kayda değer olmamakla birlikte bu yol üzerinde de görülebilcek bir iki yer var. Havanın kararmasıyla yolda yanımızdan kamyon harici araç geçmez oldu. Akseki üzerinden gecenin ilerleyen saatlerinde Beyşehir’e ulaştık. Geceyi geçirmek için göl manzaralı öğretmenevini seçtik.
Ertesi sabah Beyşehir’in ünlü Eşrefoğlu camiini görmeye gittik. 14.yüzyılda yapılmış caminin inşaasında ağaç kullanılmış. Sütunlar bile ahşaptan ve direklerin üzerinde, kapılarda, sütunlarda harika el işçilikleri var.
Eşrefoğlu camii, Beyşehir
Beyşehir’den sonra Konya’ya devam edip akşam kalkacak uçağımıza kadar Konya’nın içini gezdik. Konya gezi notlarım için tıklayın. Cuma sabahından pazar akşamına toplam bin kilometrelik keyifli bir haftasonu gezisi başladığı gibi havaalanında noktalandı.

Maliyetler:
Uçak bileti: gidiş dönüş 38 lira X 4 kişi= 152 lira (pegasus kara cuma kampanyası)
Araç kirası: 195 lira (3 gün)
Benzin: 160 lira
Konaklama 2 gece: 140 lira

17 Mart 2018 Cumartesi

Konya

Gez dünyayı, gör Konya’yı derler. Dünyayı gezmeye çalışan bir öğretmen olarak Konya’yı görmemek olmazdı. Pegasus sayesinde denk getirdiğim ucuz biletlerle Konya’yı da içine alan bir gezi yaptım.

İlk defa 20’li yaşlarda gittiğim Konya geçen süre içerisinde büyük değişime uğramış. 90’ların sonlarından hatırladığım karmaşa yerini düzene bırakmış. Meydanlar, geniş kaldırımlar, parklar ile şehir güzel bir görünüm elde etmiş.
Konya havalimanı şehrin 15 kilometre dışında. Biz araba kiraladık ancak merkeze toplu taşıma ile ulaşmak isteyenler için servis de var.

Konya şehri, merkezde bulunan Alaaddin tepesini saymazsak dümdüz. Yollar geniş ve ferah. Turistik yerlerin yakınlarında belediyeye ait otopark alanları var ve fiyatları makul seviyelerde.

Konya’da gezimize Konya denilince ilk akla gelen yer olan Mevlana müzesinden başladık. Girişte her ne kadar turnikeler ve bilet satış gişesi olsa da içeri girişte ücret alınmıyor. 13.yüzyılda yaşamış şair ve düşünür Mevlana Celaleddin-i Rumi’nin mezarı yerli yabancı turistlerle dolup taşmış. Avlunun çevresindeki küçük odalarda mevlevilerin yaşantılarını anlatan görseller ve o dönemlerde kullanılan eşyalardan örnekler var.

Mevlana Müzesi’ne yürüme mesafesinde Aziziye camii farklı minareleri ve mimarisiyle Konya’da görülmesi gereken diğer bir eser. Caminin ilk yapılış tarihi 1670 olmasına rağmen 200 yıl sonra geçirdiği yangından sonra yeniden yapılmış. Bu nedenle tarz olarak Tanzimat sonrasının batılılışma esintilerini taşıyor.
Mevlana müzesinin karşı tarafında bulunan tarihi Mengüç caddesinde yürüdük. Burada bulunan eski evler restore edilerek cadde turizme kazandırılmaya çalışılmış.

Şemsi-i Tebrizi camii ve medresesini dışarıdan görmekle yetinip Karatay medresesine geçtik. Günümüzde Selçuklu eserlerinin sergilendiği bir müze olarak kullanılan yapının orijinal tavanı dikkat çekici.
Sille
Merkezdeki tek yükselti Alaaddin tepesi. Ancak o da doğal bir tepe değilmiş. Tepeden hızlı bir geçiş yapıp Aladdin Keykubat camiini görmek istedik ama tadilattaymış. Çevredeki kafe ve restoran tarzı yerler muhtemelen mevsim nedeniyle pek kalabalık değildi.

Konya arkeoloji müzesi yolumuzun üzerindeki bir sonraki durak oldu. Bu büyük şehire nispeten oldukça küçük ve bakımsız da olsa müze içinde biraz zaman geçirilmesini hak ediyor.
Arkeoloji müzesinin arka caddesinde bulunan Sahip Ata vakıf müzesini gezdik. Burası içerik olarak daha tatmin ediciydi.

Konya’nın merkezinden biraz uzaklaşarak Sille ilçesine ulaştık. Burası mübadele öncesi Konya’nın Rum nüfüsunun yaşadığı mahalleymiş. Mübadeleden sonra buranın Rum halkı Yunanistan’a göç edince buradaki eski evler kaderine terk edilmiş. Son 10 yılda Selçuklu belediyesinin gayretleriyle Sille, Konya’nın yeni bir cazibe merkezi olma yolunda ilerliyor. Eski evler elden geçirilmiş, kiliseler restore edilip turizme kazandırılmış. Sille’ye yolunuz düşerse süt kilisesi ve aya irini kilisesini gezebilir, eski evlerin bulunduğu sokaklarda dolaşabilir, Sille baraj gölünün kıyısındaki rekreasyon alanında vakit geçirebilirsiniz.



Çocuklarla gidilecek diğer bir yer 80 binde devri alem parkı. Bu tematik parkın 3 bölümü var. Birinci bölüm; Türk ve İslam coğrafyasının ünlü yapılarının maketlerinin bulunduğu bölüm, ikinci bölüm Türk ve Dünya çizgi film ve masal karakterlerinin maketleri olduğu bölüm, üçüncü bölüm ise dinazor maketlerinin bulunduğu bölüm. Oldukça fazla emek harcanmış bir yer ve içerik konusunda çok başarılı. Üstelik giriş ücreti yetişkinlere 6, çocuklara 3 lira.
Konya’nın diğer bir görülmesi gereken yeri Tropikal kelebek bahçesi. Egzotik çiçeklerin bulunduğu sıcak ve nemli bir ortamda rengarenk kelebekler etrafınızda uçuşuyor. Arasıra üzerinize konuyor veya fotoğraf çekebilmeniz için size poz veriyorlar. Ayrıca kelebeklerin yaşam evreleri hakkında bilgilendirme panoları da var. Çocuklarla birlikte vakit geçirmek için ideal bir yer. Giriş ücreti yetişkinlere 10, çocuklara 5 lira.
Tropikal kelebek bahçesine yakın sayılabilecek bir mesafede bulunan Kyoto Japon parkını da gezdik. Tematik park adından da anlaşılacağı üzere Japon mimarisine göre yapılmış.

Konya’ya gelmişken meşhur etli ekmeği denemeden olmazdı. Köşe bucak her yerde etli ekmek salonları var. Etli ekmek haricinde mevlana veya bıçakarası gibi alternatifleri olsa da biz tercihimizi etli ekmekten yana kullandık. İnce hamurlu uzunlamasına pide de diyebileceğimiz etli ekmek, masaya tahtası ile birlikte getiriliyor ve salata ile birlikte servis ediliyor.
Gezimiz sadece Konya ile sınırlı değildi. Güneye Mersin’e doğru yolumuza devam ettik. Okumak için tıklayın.