29 Mayıs 2017 Pazartesi

ESTONYA / Tallinn

Facebook’da takip ettiğim bir sayfa var. Dünya üzerinde nerede ucuz uçak, otobüs, gemi bileti var, bir şekilde bulan herkes burada paylaşıyor. Mart ayında yine bu sayfada mayıs ayında İstanbul – Tallinn – İstanbul için bir promosyon paylaşılmıştı. Bende hemen girip baktım tabi.  Kampanya THY’nin kampanyasıydı ama bileti satan adı sanı duyulmamış bir Amerikan sitesiydi. Yine de hem 214 liralık gidiş dönüş fiyatı, hem de cuma sabah gidiş pazar akşam dönüş olunca sitenin güvenilirliğini düşünmeden bileti aldım. Gerçekten de para kredi kartımdan çekildikten sonra bilet hemen gelmedi. E posta ile durumu soran bir mesaj attım. 10 saat kadar sonra gelen maildeki bilet numarası ile thy rezervasyon sisteminde biletimi görünce rahatladım.
Uçuşun sabah saatlerinde olması nedeniyle Tallinn’e ayıracak iki günüm vardı. Bu nedenle bir günümü de Finlandiya’nın başkenti Helsinki’ye ayırdım ama Estonya’ya ilk gidişim olduğu için Tallinn daha çok ilgimi çekiyordu.

Tallinn uçuşu 3 saat sürdü. Estonya Türkiye ile aynı saat diliminde olduğu için herhangi bir saat farkı yok. Pasaport polisi kaç gün kalacağımı sordu ve giriş mührünü bastı. Havaalanından merkeze 2 euro ödeyerek otobüs ile ulaştım. Otobüsün son durağı feribot terminali yani Reissisadam.

Ertesi gün yapacağım Helsinki seyahatini de düşünerek feribot terminaline yakın Fat Margaret’s hosteli tercih ettim. 6 kişilik odada yatak gecelik 14 euro.

Oda henüz hazır değilmiş. Çantamı bırakıp dışarı çıktım. Mayıs ayının tam ortasında hava günlük güneşlik ama sıcaklık 14-15 derecelerdeydi. Bu bile halkın kendisini yaz ayındaymış gibi hissetmesine yetmiş.
Sahil kapısı ve fat Margaret kulesi


Üç kız kardeşler isimli ortaçağ evleri bugün otel olmuş.


Olav kilisesinin kulesi hem eski şehri hem de denizi görmek için en iyi yer.
Tallinn’in gezilmesi gereken en önemli yeri 15. yüzyıl ile 17. Yüzyıl arasında inşa edilmiş olan eski şehir. Avrupa’da bir çok şehir iyi korunmuş eski şehri ile övünür. Tallinn’liler eski şehri ile ne kadar övünseler az çünkü eski şehir iyi değil, mükemmel korunmuş. Belki herşey ortaçağdan kalma değil ama yeni olanlarda göz zevkini bozmuyor. Evler, kaldırımlar, surlar,meydanlar birbirleriyle tamamen uyum içinde. Daha önce Brugge için de ortaçağdan fırlamış gibi demiştim ama Tallinn’i gördükten sonra Brugge bir sıra geriye düştü.

Ortaçağda Tallinn eski şehri dışardan gelecek tehlikelere karşı yüksek surlarla çevrilmiş. Bu surların arasından şehre giriş için 6 tane kapı yapılmış. Kaldığım hostelin karşısındaki büyük kapıdan eski şehre girdim. Kapının yanında bulunan Fat Margaret isimli kule şehrin deniz tarafından gelecek tehlikelere karşı gözlemlenmesi için yapılmış. Kuleye ismini veren Margaret bu kulenin aşçısıymış. Kulenin içi bugün müze olarak kullanılıyor.

İlk önce şehri kuşbakışı görebilmek için 3 euro ödeyerek St. Olav kilisesinin kulesine çıktım. Merdivenleri çok dar olduğundan çıkmak oldukça zor oldu ama manzara için bu tür kilise kuleleri en ideal yerler.

Eski şehir alt ve üst olarak ikiye ayrılmış. Adından da anlaşılacağı gibi alçakta kalan yerler alt şehir. Pikk caddesi boyunca yürümeye başladım. Tallinn belediyesi,tarihi değeri olan tüm yapıların önüne bilgilendirme tabelası koymuş. Dışarıdan sıradan bir ev görünümündeki evlerin aslında ne kadar eski olduklarını anlıyorsunuz. Üç kız kardeşler adı verilen ve bugün otel olarak kullanılan yanyana üç ev 15.yüzyıl tarihliydi.
Toompea tepesinden eski şehir manzarsı mükemmel

Raekoda meydanı

Viru kapısı ve kuleleri
Aynı caddede nispeten yeni sayılabilecek iç işleri bakanlığı binasının hikayesini okudum. Sovyetler birliği zamanında şüphelilerin sorgulandığı KGB binası hakkında uydurulan bir efsane bu binanın Estonya’nın en yüksek binası olduğu ve alt katlarından bile Sibirya’nın görülebildiğiymiş.

Eski evler genellikle otele dönüştürülmüş. Aynı caddede yürümeye devam edip Tallinn’in en eski kilisesine ulaştım. Kutsal ruh kilisesinin içine girmek paralıydı. Dış duvarında bulunan saat 17.yüzyıldan beri oradaymış.

Raekoja meydanı bir çok eski Avrupa şehrinde olduğu gibi kenarında sıra sıra dizilmiş eski evlerin, ortasında ise belediye binasının olduğu kare şeklinde bir açıklıktı. Meydandaki tüm eski evler zaten ya restoran ya da otel olmuş ama her haliyle Tallinn’in en turistik yeri burasıydı. 1422 yılından beri meydanda bir dükkanda duran eczane halen aynı yerdeydi mesela.

Meydanın çevresindeki sokaklarda biraz daha dolaştıktan sonra şehrin üst taraflarına doğru yürümeye başladım. Eski şehrin en eski kapılarından uzun bacak kapısından geçerek dış cephesi ve kubbesiyle dikkat çekici Alexander Nevsky katedraline ulaştım. Bu mimariyi daha önce nerelerde görmüş olabilirim diye düşündüm. Mimari olarak Moskova’da, Sofya’da, Prag’da ve Kiev’de benzer katedraller görmüştüm. Hatta sanırım Sofya’dakinin adı bile aynıydı. Katedralin diğer tarafında estetik mimarisiyle parlamento binasını ve biraz ileride Dome kilisesini gördüm. Geldiğim yoldan geri dönerek St. Nikolas kilisesinin önünden geçip Özgürlük meydanını tepeden gören Harju tepesinde oturup dinlendim. Eski şehrin bitiminden itibaren yeniden çok katlı binalar, büyük yollar, geniş kaldırımlar görülüyor. Bu arada kiliselerin bazıları aynı zamanda müze olarak kullanılıyor. Birçok Avrupa kentinde olduğu gibi Tallinn’de de irili ufaklı bir çok müze var. İlgimi çeken tek müze Sovyetler birliği ve Nazi dönemlerinde yaşam koşullarını anlatan museum of occupation oldu.



Alexander Nevski katedrali
Eski şehrin surları


Tallinn’de eski şehri tepeden görebilmek için birkaç yer var. Resepsiyondaki kıza sorduğumda en iyi manzara Toompea tepesinde demişti. Arnavut kaldırımlı yollardan geçerek ulaştığım alan yerel halkın genellikle güneşin batışına yakın geldiği güzel bir izleme noktası. Hemen yan tarafta tepede bulunan bina ise Estonya reis-i cumhurunun konutu.
İstanbul’da tarihi bizans surlarının yakınında yaşayan biri olarak Tallinn’e gelmişken bir müddet surlar boyunca yürüdüm. Surların bazı bölümlerinin turistlere açıldığını ve sadece bu surların üzerinde yürüyebilmek için 5 euro alındığını görünce İstanbul adına üzüldüm. Bizim surlar yıllar boyunca depremlerden, yangınlardan çok çekmiş. Yıkılmayan veya restore edilen bölümler ise günümüzde evsiz, barksızlar içinde yatıyor, aman kimse girmesin, maazallah birisinin  başına bir iş gelir diye kapalı. Diğer tarafta adamlar surların üzerinde çıkıp yürütmek için para alıyor.

Eski şehrin en hareketli caddesi olan Viru’da biraz daha gezindim. Viru caddesi’nin sonunda bulunan aynı isimli kapı Tallinn’in kuleleriyle birlikte en ünlü kapılarından.

Tallinn’de ikinci günümü eski şehrin dışına ayırdım. Eski şehrin doğu yönünde yaklaşık iki kilometre uzaklıkta bulunan Kadriorg sarayı ilk durağım oldu. Bu arada Büyükelçiliğimiz de aynı yol üzerinde. Saray, 1718’de rus çarının yazları ikamet etmesi için yaptırılmış. Öyle ahım şahım bir saray değildi. Bir süre buradaki parkta dinlenirken Tallinn’de ne kadar çok yeşil alan gördüğümü düşündüm.
Kadriorg sarayı

Kalamaja bölgesi ve eski evler

Seaplane harbour'da 1.dünya savaşında kullanılmış bir gemi
Eski şehrin batı yönünde Kalamaja semtine gittim. Bu semt balıkçılar tarafından kurulmuş ve muhtemelen eskiden balıkçıların yaşadığı bir yermiş. Burayı bugün ilgi çekici kılan baltık mimarisiyle yapılmış 100-150 yıllık ahşap evler. Gerçi gördüğüm kadarıyla burada da eski evler yıkılıp yerlerine apartman yapılma modası vardı.

Kalamaja’dan biraz daha ileride deniz kıyısında Seaplane Harbour’a gittim. Burası eski deniz araçlarının bulunduğu bir çeşit denizcilik müzesi gibiydi.
Helsinki’ye giden Lindaline feribotlarının kaltığı terminale giderken geniş bir bina dikkatimi çekti. Sovyetler dönemine ait olduğu her halinden belli olan Linnahall, 1980 yılında Moskova olimpiyatları sırasında Tallinn’de yapılan yelken yarışları için inşa edilmiş. Dışından hiç belli olmasa da içinde 5000 kişilik bir amfitiyatro bile varmış. Dışında yazan tabelaya göre atıl durumdaki bu binayı yenileme projesi 2018’de başlıyor.

Helsinki gezi notlarım için tıklayın.

20 Mayıs 2017 Cumartesi

Edirne

Geçenlerde, hazır havalar da ısınmaya başlamışken bir Cumartesi gününü Edirne’ye ayıralım dedik. İşyerinden öğretmen arkadaşlarımız ve onların çocuklarıyla arabaya doluşup düştük yollara. Otobana girdikten sadece 2 saat sonra serhat şehri Edirne’deydik.


Sabahın ilk saatleri olduğundan, ilk önce Edirne’nin içine hiç girmeden Meriç nehrinin diğer tarafında kahvaltı yaptık. Pazarkule (Yunanistan) tabelasını takip ederek ulaşılan Lozan caddesi üzerinde kahvaltısıyla ünlenmiş birkaç tane mekan var.
Kahvaltıdan sonra Edirne gezimize Karaağaç ile başladık. Lozan caddesinin devamında ulaşılan Karaağaç ilçesi, Türkiye’nin Meriç nehri’nin diğer tarafında bulunan tek toprağı. Burası, Yunanlıların Anadolu’da verdikleri zararlar nedeniyle savaş tazminatı olarak Türkiye’ye bırakılmış.
Önce Karaağaç tren istasyonunu ziyaret ettik. 1914 yılında tamamlanan istasyon 1.dünya savaşı sonrasında değişen sınırlar nedeniyle açılamadan Türkiye toprakları dışında kalmış. Karaağaç’ın Türkiye’ye savaş tazminatı olarak verilmesinden sonra açılmış açılmasına ama bu kez de Rumeli demiryollarının bir bölümünün Yunanistan’da kalması nedeniyle yeni bir istasyon yapılma ihtiyacı doğmuş ve istasyon yine atıl duruma düşmüş. Günümüzde, Trakya üniversitesi rektörlüğü olarak kullanılan tarihi istasyon binasına girilemiyor. Zaten önünde duran kara tren haricinde istasyonu çağrıştıran başka bir şey de yok.
Karaağaç sokakları.

Tarihi istasyon binası artık Trakya üniversitesi rektörlüğü.



İstasyon binasının az ilerisinde Lozan anlaşmasının anısına dikilen Lozan anıtını gördük. Burada bir de müze var ancak biz gittiğimizde kapalıydı. Karaağaç’ta biraz yürüyüş yaptık. İstasyon caddesi boyunca kafeler, lokantalar yan yana dizilmiş. Kaldırımlara atılan masa ve sandalyeler güzel bir hava vermiş.
Buraya kadar gelmişken Pazarkule sınır kapısına da uğradık. Yunan plakalı araçlar geçiş için kuyruktaydı.
Meriç nehri kenarında belediyenin tarihi Mecidiye köprüsü manzaralı tesislerinde oturup bir şeyler içtik. Köprü 1847 de açılmış ve öncesinde aynı yerde ahşap bir köprü varmış.
Geçirdiği büyük yangından sonra harabe haldeyken, 2014’de restorasyonu tamamlanıp yeniden hizmete açılan sinagogu gezdik. Eski fotoğraflarla karşılaştırılınca, sinagog adeta yeniden yapılmış.
Edirne’de bir de Bulgar kilisesi var. Asıl adı Sveti George olan kilise de tıpkı sinagog gibi restorasyon sonrası yeniden hizmete açılmış.
Sultan 2. Bayazıd külliyesine doğru giderken Tunca üzerindeki Gazimihal köprüsünü ve arkasındaki aynı isimli camiyi de gezdik.

Edirne şehri, Osmanlı İmparatorluğu’nun ikinci başkenti olma unvanından dolayı bir çok eserle donatılmış. 2. Beyazıt tarafından yaptırılan camii, külliye ve şifahane de bu eserler arasında. Eski külliye bugün sağlık müzesine dönüştürülmüş. Osmanlı zamanında tıp eğitimi, hastalıkların tedavi yöntemleri, kullanılan aletler bu müzede balmumu heykeller yardımıyla anlatılmış. Kişi başı 5 lira ödeyerek girdiğimiz bu müze Edirne’de en fazla zaman geçirdiğimiz yer oldu.
Osmanlı’nın ikinci başkenti olduğu yıllarda Fatih sultan Mehmet tarafından yaptırılan Edirne Sarayı’na sonrasında gelen padişahlarda yeni yapılar ilave ettirmiş. Büyük depremler ve yangınlar atlatmasına rağmen onarımlarla ayakta kalan yapı, 1877 deki Osmanlı-Rus savaşı sırasında bölgedeki cephaneliklerin patlatılması sonucunda üç gün süren yangınlardan sonra tarih sayfasından silinmiş. Bugün sarayın olduğu yerde görülebilen birkaç harabe yapı haricinde orada bir saray olduğunu anımsatabilecek tek bina Adalet kasrı.
Adalet kasrının diğer tarafında her yıl Kırkpınar güreşlerinin düzenlendiği er meydanını da dışarıdan gördük.
Edirne sarayından kalan tek bina Adalet kasrı

Edirne’nin nisbeten dışını gezmeyi bu şekilde bitirdikten sonra, şehrin içini gezmek için aracımızı Maarif caddesi üzerinde park ettik. Bu caddede bulunan eski evler dikkat çekici. Daha sonra Edirne’yi gelince olmasa olmaz tava ciğerini denedik. Yunanlıların akın akın Edirne’ye gelmesini daha iyi anladım. Sadece 4 euroya bu lezzeti Yunanistan’da bulmak tabiki imkansız. Tarihi bedesteni gezip Saraçlar caddesine çıktık. Trafiğe kapalı bu cadde ve paralelindeki sokaklar güzel havanın da etkisiyle hınca hınç doluydu.




Ardından Edirne’nin ünlü camilerini gezmeye Selimiye Camii ile başladık. Mimar sinan’ın ustalık eseri Selimiye Edirne’nin simgesi gibi. Üç şerefeli cami ve Ulucami’yi de gezip, hava kararırken Edirne’nin meşhur badem ezmesini satın alarak turumuzu tamamladık.

5 Mayıs 2017 Cuma

Gaziantep

Geçtiğimiz ay, hem üniversite yıllarında aynı evi paylaştığım arkadaşım Harun’u, hem de Gaziantep şehrini bir kez daha görme imkanım oldu. Öğrencilik zamanlarında Harun’la otostop çekerek yakın şehirlere gezmişliğimiz vardı. Aradan geçen yıllar, çalışma hayatı ve çoluk çocuğa karışmak kadim dostumu o zamanlara göre daha ağırbaşlı yapmış ama yine de sağolsun bizi kırmayarak bu güzel şehirde çok güzel gezdirdi.
Çingene kızı mozaiği

Gaziantep Türkiye’nin en büyük şehirlerinden birisi. Ancak merkezde gezginler için görülmesi elzem olan yerlerin çoğu birbirine yakın mesafede. Keyifli bir yürüyüşle bir günde Gaziantep’in tarihi yerlerini ve lezzet duraklarını keşfetmek mümkün. Son yıllarda yapılan turizme yönelik çalışmalarla bölgede yollar ve kaldırımlar yenilenmiş, binaların dış cepheleri iyileştirilmiş, tarihi cami ve hanlara restorasyon yapılmış.

Yahudi mahallesi

Antep kalesi

Budeyri hanı

Biz Antep’i görmeye kaleden başladık. Ne zaman yapıldığı tam olarak bilinmeyen kale, kentin eski bölgesine hakim bir tepenin üzerinde kurulu. Yakın zamanda yapılan restorasyon sayesinde kalenin duvarları oldukça iyi durumda. Kalenin içinde, Antep’in milli mücadele yıllarındaki durumunu ve halkın kahramanlığını anlatan bir de müze var.
Kentin sahip olduğu mutfak kültürünü anlatan Emine Göğüş mutfak müzesine uğradık. Müzede yöresel lezzetlerin tanıtımından ziyade geçmişten günümüze bu lezetlerin nasıl yapıldığı anlatılıyor. Bir nevi mutfak araç ve gereçleri müzesi gibi düşünülebilir.
Antebin hamamları türküsünü duymayan yoktur. Şehirde gezerken bir çok tarihi hamama rastlanıyor. İşte bu değer için, tarihi paşa hamamı restorasyondan geçirilerek Hamam müzesi açılmış. Müzede hamam araç ve gereçleri ve hamam kültürü balmumu heykeller yardımıyla sergileniyor.

Para müzesi bir koleksiyonerin girişimiyle kurulmuş.

Tahtani cami
Entebin hamamları için müze bile kurulmuş.
Eskiden gümrükçü hanın alt katları ahır,üst katları konaklama amaçlı kullanılırmış.  
Yahudi mahallesi adıyla anılan bölgede eski bir yahudi evi para müzesine dönüştürülmüş. Dünyanın bir çok yerinden toplanmış kağıt ve madeni paralar evin odalarında ve avluda sergileniyor. Yukarıda yazdığım diğer iki müze ile karşılaştırılınca, para müzesi son derece amatör kalıyor. Bu arada bahsi geçen tüm müzelerin giriş ücretleri 1 lira.

Antep hanlarıyla da ünlü. Budeyri hanı, Millet hanı ve Gümrükçü hanını ziyaret ettik. Hanlar restorasyondan geçmiş ve geçmişte yaşadıkları ticari değerler, yerini turistik değerlere bırakmış. Avlular genellikle kafe gibi düzenlenmiş. Biz de millet hanında kahve içtik. Kalkmamıza yakın bir sıra gecesi başladı ki kulaklara zarar.
1781’de yapılan Zincirli bedesteni gördük. 200 yıl önce burada et ve sebze satılıyormuş.
Bakırcılar çarşısını gezdik. Geçmişte yemek yapımı için sadece bakır kaplar kullanılırmış. Burada bakır ustalarını halen bakırı döverken yada cezvenin üzerine desen işlerken görmek mümkün. Çarşıda sadece bakırdan yapılma eşyalar değil Antep’in geleneksel renkli çarıkları, ahşap ev eşyaları ve hediyelik eşyalar da satılıyor.

Antebin geleneksel renkli çarıkları

Zincirli bedesten

Bakırcılar çarşısı
Almacı çarşısı

Sokağın diğer tarafında yer alan Almacı pazarı daha girişinden burnumuza gelen kokularla bizi mest etti. Çeşit çeşit baharatlar, kuruyemişler, yöresel salçalar, dolmalık biberler, peynirler, pekmezler Almalı pazarında gördüklerimden şu an için aklıma gelenler.

Antep ile ilgili tüm tanıtım yazılarında ismi geçen Tahmis kahvesine uğradık. 300 yıllık kahvehane binası iki büyük yangın atlattıktan sonra yeniden yapılmış. Tarihi değeri sayesinde burası da yakın geçmişte restorasyon görmüş. Önceden sıradan bir kahvehane iken bugün burası da turistik bir tesis.

Antep’in tarihi sokaklarında bir çok cami gördük. Bunlardan birkaçının içine girdik. Bazılarını ise dışarıdan görmekle yetindik. Bu yörede camilerin mimarisi klasik Osmanlı mimarisinden farklı. Dışarıdan bakınca minareler hemen dikkat çekiyor.
Tahmis kahvesi
Antep denilince akla gelen en büyük değerlerden birisi Zeugma antik kenti. Nizip ilçesine 10 kilometre mesafede bulunan antik kentten çıkartılan mozaikler Gaziantep’te kurulan mozaik müzesinde sergileniyor. Planımızda Nizip’te bulunan antik kente gitmek olsa da yoğun yeme içme programımız nedeniyle müzeye görmekle yetindik. Harun’un söylediğine göre fazla da bir şey kaybetmemişiz çünkü antik kentten çıkarılan tüm önemli eserler zaten Zeugma müzesindeymiş. Müzedeki mozaikler gerçekten çok güzel. Hepsinde büyük bir emek var. Bu nadide mozaikler içerisinde en kıymetlisi olan çingene kızı için özel bir bölüm oluşturulmuş. Çingene kızı mozaiğindeki kızın kim olduğu bilinmiyormuş. Arkeologlar bu mozaiği bulduğunda resimdeki kadını çingeneye benzettikleri için mozaiğin adı çingene kızı olarak kalmış. Mozaiği bu kadar önemli kılan ise kadının bakışlarında hem sevinç hem endişenin bir arada yansıtılmasıymış.
Antep’e gelmişken, yanımızda da has bir Antepli varken bolca yedik içtik. Yediklerim içtiklerim benim olsun deyip gördüklerimi yazayım dedim ama bir yer var ki yazmadan geçemeyeceğim. Metanet lokantasında içtiğimiz Beyran çorbası öyle böyle değil, muhteşem bir çorbaydı. Zaten sabahın köründe içeride oturacak yer bulunamamasından doğru yerde olduğumuzu anlamıştık. Beyranın hazırlanışı ile ilgili çektiğim video aşağıda.