18 Eylül 2016 Pazar

GÜNEY KORE:3.bölüm: GYEONGJU, JEJU ADASI


Yağmurun iyiden iyiye şiddetini arttırdığı anlarda Gyeongju otobüsünün yine en ön koltuklarında yerimizi almıştık. Toplam 6 kişiyle hareket ettik. Busan-Gyeongju arası her yarım saatte bir otobüs var ve yolculuk 1 saat sürüyor. Ücreti kişi başı 4800 won.

Gyeongju şehrinde ilk dikkatimi çeken şey kentsel yapılaşmanın sadece 2 – 3 katla sınırlı kalmasıydı.Ne şehre girerken, ne şehirde otobüs terminaline doğru ilerlerken çok katlı bir bina görmedim. Bütün evler eski yada eski görünümlü ve tek yada iki katlıydı. Bu haliyle bile bir sıcaklık oluşturdu.
Busan’da bastıran sağanak burada çok hafif çisenti şeklinde yağıyordu. Otobüs terminalinde turizm bürosundan Gyeongju’da gezilecek yerler hakkında bilgi aldım.
Kore'de otel ile motel arasındaki fark
Couchsurfing’den kalacak yer için yazdığım birkaç kişi olumlu cevap vermedi. Kore’de 7. günümüzde ilk kez kalacak yere para verecektik. Gyeongju’da gezmek için bir günümüz olduğundan terminal yakınlarında bir yerde kalalım dedik. Terminalin arka sokağında bir iki otel daha doğrusu motel var. Bir tanesine Mustafa bir tanesine ben gittim. Mustafa’nın baktığı 25000 won’du ve iyi görünüyordu. Odaya bakalım dedik. Oda harika, temiz, her şey var. Ancak yatak bir tane. Çift yataklı oda yok mu diye sorunca durumu anladık. Güney Kore’de moteller genellikle aşk için kullanılıyor. En azından yatak büyükmüş dedik ve gece boyunca birbirimize  hiç dönmeden sırt sırta yatacağımıza, ortayı boş bırakacağımıza söz vererek odayı kiraladık.
Kral mezarları

Gyeongju'da geleneksel motiflerle işlenmiş bir kapı
Gyeongju’da gezilecek çok yer var ve bunların bazıları şehrin dışında. İlk gün kalan zamanımızı şehir içine ayıralım dedik. Önce kraliyet mezarlarının bulunduğu açık hava müzesini gezdik.(2000 won) Dışarıdan bakıldığında yeşil çim tepeleri görünümünde olan şekiller aslında Kraliyet ailesinin mezarlarıymış ve tepelerin yüksekliği kişilerin önemini temsil ediyormuş. Dikkatli bakınca tepelerin önlerinde kişinin kim olduğu ile ilgili ufak bir mezar taşı olduğunu da fark ettim ama tabi koreceydi.
Böyle köy evine can kurban


Tarihi köprünün restorasyon sırasındaki ve sonrasındaki hali.
Tabelaları takip ederek geleneksel Kore köyü Gyochon’a gittik. Tıpkı Seul’deki gibi restorasyondan geçirilip turizme kazandırılmış evlerin olduğu bir alandı. Ancak alanda dikkatimi çeken şey ön taraftaki tüm evlerin restoran, kafe veya hediyelik eşya satıcısına dönüşmüş olmasıydı. Bu haliyle pek bir özelliği olmadığından köyün içinde kısa bir yürüyüş yapmakla yetindik. Köyün arka tarafında akan nehrin üzerindeki eski köprü restorasyondaydı. Dolayısıyla onu da tam olarak göremedik. Tekrar merkeze dönüp Jungang gece pazarına gittik. Sağlı sollu küçük dükkanların önlerine tabure atılmış. Bir dükkandan yiyecek, diğerinden içeceğini alan bir köşeye çekiliyor. Sokak lezzetleri arasında döner de vardı. Buralarda dönerciler genelde Hintli. Ufak bir lavaş ekmeğine sarıp dürüm yapıyorlar. Döner tek başına kesmeyince masalarda oturan genç çiftlerden birinin tavsiyesiyle önünde uzun bir sıra olan bir dükkandan küp küp doğranmış et söğüş yaptırdık.
İpek böceği lezzetliydi.
Ertesi sabah merkezden 10 numaralı otobüse binerek Bulguksa tapınağına gittik. Yolculuk yarım saat civarı sürüyor ve tapınağa giriş ücreti 5000 won. Büyük ağaçlarla dolu bir bahçeden geçerek tapınağa ulaştık. Renkli kağıt fenerlerle süslenmiş avlular arasında gezinirken tapınaklarda ibadet eden Budistleri gözlemledik. Mimarisi ve renkli dekorasyonuyla akılda kalan bir tapınaktı. Zaten bu tapınakta Unesco kültür mirası listesinde. Buraya gelmişken görülmesi gereken diğer bir yerin Seokguram Grotto olduğunu okumuştum ama ulaşmak için yine yarım saatlik dik bir tırmanış olduğunu okuyunca vazgeçtim.









Tekrar 10 numaralı otobüs ile şehir merkezine giderken şoföre bizi Anapji Pond’a en yakın yerde indirmesini söyledim. Aslında ışıklandırmalı halini görebilmek için buraya gece gitmemiz tavsiye edilmişti ancak 9’da kapanan bir yere güneşin 8 de battığını bile bile gitmek de bana mantıklı gelmedi. Anapji Pond eskiden tıpkı Seul’de ki secret garden gibi saray eşrafı için yapılmış bir dinleme ve gezinti alanıymış. Günümüzde halka açık bir dinlenme ve gezinti alanı. Gölün etrafında bulunan irili ufaklı Kore tarzı sarayların tamamı yeniden inşa edilmiş yani hiçbiri orijinal değil. Ancak bu haliyle bile görmeye değdi. Burada parmağıma konan sarı renkli bir uğur böceğini de anmadan geçemeyeceğim. Yeni aldığımız s6’nın yakın çekim modunu denememizde bu şirin böceğin bayağı bir faydası dokundu.

Anapji Pond


Öğleden sonra bizi Jeju’ya götürecek olan uçağımıza binmek üzere yola koyulduk.Seul gibi devasa bir havaaalanından sonra Daegu havaaalanı bana çok küçük geldi. Jeju uçuşu 1 saat 15 dakika sürdü. Havaalanında apronda görevli birkaç kişinin uçak push back yaptıktan sonra sıraya dizilip yolculara el sallaması güzel bir görüntüydü.
Apron görevlileri uçak kalkarken el sallıyordu.

Bu kadar mı kurallara uyulur???

Jeju'da otobüsler hep böyle
Jeju adasında kalacağımız hostele gitmek için havaaalanında taksi sırasına girdik. Yüksek sezon nedeniyle sanki bütün Kore Jeju’ya akmıştı. 15-20 dakika sonra sıra bize geldi. Bindiğimiz taksi siyahtı ve gideceğimiz yere 4000 won ödedik. Sonradan anladık ki Jeju’da iki çeşit taksi varmış ve siyah olanlar beyaz olanlara göre daha pahalıymış. Zira aynı yolu dönüşte 3000 won’a geldik.

Hosteli ve hostelin olduğu bölgeyi pek beğenmedik ama hava kararmıştı ve yağmur atıştırıyordu. İlk geceyi burada geçirmeye karar verdik. Resepsiyondaki kız indirim isteğime de olumlu cevap vermedi. 2 kişilik odada kişi başı 20000 won. Ertesi sabah kahvaltının ardından internetten Jeju’daki diğer hostellere baktım ve gözüme kestirdiğim rating'i yüksek bir hostele bakmaya gittim. Konum daha merkezi, ortam daha renkliydi. Fiyatta da bir miktar indirim yaptırınca başka yere bakmaya gerek kalmadı.

Biletteki manzarayı görmek umuduyla yola çıktık


Bu da zirvede gördüğümüz manzara: Bembeyaz bir bulut kümesi



Ağır ağır çıktım ama.....
Jeju adası çok büyük ve volkanik bir ada. Adanın tam ortasında yükselen büyük bir dağ var. Resepsiyondan gezilecek yerler ve nasıl gidileceği hakkında bilgi aldım. Bugün ilk durak Seongsan sunrise peak adında yarımada şeklinde bir volkanik bir krater. Jeju adasını incelerken sunrise peak’in havadan çekilmiş bir fotoğrafını görmüş ve buraya mutlaka gitmeliyim demiştim. Otobüs terminalinden buraya giden otobüse bindik. Daha hareket etmeden otobüste yer kalmadı. Bazı otobüsler adanın kıyı yollarından bazıları ise iç yollardan gidiyor ve tam bir yuvarlak çizip başladıkları yere geri dönüyorlar. Haliyle kıyıdan giden otobüslerin şoförleri bir günde iki sefer git gel yapıp mesailerini tamamlıyor olmalılar çünkü sadece sunrise peak’e varmamız 1 saat 20 dakika sürdü.
Sunrise peak adı üstünde bir tepe. Çıkışta karşılaşacağımız eşsiz manzara için yorulmaya değer diyerek tereddütsüz biletleri aldık.(2000 won) zaten mahşeri bir kalabalık vardı. Bu kadar insan bu tepeye tırmanıyorsa biz de tırmanırız modundaydık. Ancak 35 derece sıcaklık, bunaltıcı nem ve aşırı dik yol bir müddet sonra öyle bir zorladı ki zirveye vardığımda terden tişörtümde kuru nokta kalmamıştı. Bir de bunun üstüne görmeyi umduğumuz eşsiz krater manzarası yerine sonsuz bir beyaz ile karşılaşınca düpedüz yıkıldık. Krateri bembeyaz bulutlar kaplamıştı ve tek bir metrekaresi bile görünmüyordu.Seyir terasında oturarak uzun bir süre öylece dinlendik.
Tekrar otobüse binerek Manjanggul lav mağarasına gittik. (2000 won) Burası volkanik patlama sonucunda lavların ilerlemesiyle oluşmuş bir mağaraydı. Mağaranın içinde yürürken bastığımız her yerde sönmüş lavlar vardı. Mağaranın içinde ilerledikçe lavların yeri nasıl şekillendirdiğini gözlemledik.
Manjanggul lav mağarası
Ertesi sabah kahvaltıdan sonra adanın güney kısmına gitmeye karar verdik. Yolumuzun üzerinde Jeju’ya özgü lav oluşumlarını ve geçmişte bu adada yaşayan insanların taşları oyarak yaptığı heykelleri görebileceğimiz ekolojik bir park olan Jeju Stone Park’a uğradık.(5000 won) Burada yaşayan insanlar kayaların üzerini oyarak şekiller vermişler. Bazen insan, bazen hayvan bazen de çocuk figürleri. Bunlardan bazılarını bir şeye benzetmek zor olsa da bazıları gerçekten başarılı. Parkda ayrıca gerçek bir Jeju köyü var. Seul ve Gyeongju’da gördüklerimizin aksine herhangi bir restorasyondan geçmemiş olan bu köyde yüzlerce yıl önce burada yaşayan halkın yaşantısını ve kültürlerini incelemek mümkün.
Otobüste tanıştığımız çinli bir aile





Köy evinin içi

Jeju'da bir köy evi


Daha sonra adanın en güneyi olan Seogwipo’ya doğru yol aldık. Bu bölgede görmek istediğimiz iki ayrı şelale vardı. Jeongbang şelalesi ve Cheonjiyeon şelalesi.(Her ikisi de 2000 won) İkisinin arasındaki mesafe 2 kilometreden fazla. Daha heybetli ve doğal olanı Jeongbang şelalesi idi. Diğeri park gibi bir yerin içerisinde kalıyor ve sanki insan eliyle çevresi biraz değiştirilmiş gibi.

Jeongbang şelalesi


Cheonjiyeon şelalesi
Yine otobüse binerek merkeze döndük. Sonuç olarak jeju adası beklediğimden büyük ve zor çıktı. Herkese göre gezilecek çok fazla yer var ve toplu taşıma ile bunu gerçekleştirmek çok yorucu ve zaman kaybı çok oluyor. Çocuklu aileler için temalı parklardan, müzelere, manastırlardan, doğal güzelliklere adanın her tarafı etkinlikle dolu. Örneğin Sunrise peak yakınlarında Udo adasını mutlaka görmemiz tavsiye edilmişti ama gidemedik. Yada adanın ortasında yer alan Hallasan milli parkında yürüyüş yapmak için bir gün ayırmak gerekiyordu vazgeçtik. Buraya tekrar gelirsek araba kiralamak ve daha fazla zaman ayırmak şart.

1.bölüm: Seul gezi notlarım için tıklayın

2.bölüm: Busan gezi notlarım için tıklayın