Rotamız |
Konya şehir
merkezinden ayrılıp güneye doğru devam ettik. Öğrenciliğimizde tarih, coğrafya
derslerinde adını duyduğumuz ünlü Çatalhöyük bir sonraki durağımız. Konya’ya 50
kilometre mesafede Çumra ilçesi yakınlarında bulunan Çatalhöyük 9000 yıl
öncesindeki yerleşik yaşantıya dair ipuçları veriyor. Giriş ücretsiz. Buraya
kadar olan yolun pek de düzgün olmadığını yazmakta yarar var. Kazı alanının
bulunduğu höyüğü dolaşmadan önce müzeyi ziyaret edip, rekonstruksiyon
çatalhöyük evlerini ziyaret ettik. İlginç bilgiler öğrendik; O dönemde yaşayan
insanlar evlerine çatılardan merdivenler yardımıyla giriyorlarmış. Ölen kişiler
evin içine gömülüyormuş.Köydeki tüm evlerin içi birbirinden farklıymış. İnsan
dışkısı dahil tüm çöpler köyün içinde birkaç evin arasındaki boşluğa atılırmış.
Çumra
üzerinden Karaman’a doğru devam ettik. Amacımız Karaman’da gezilecek yerler
listesinde yer alan birkaç yere uğrayıp yola devam etmekti. Arabamızı merkezde
bir ara sokağa park edip dolaşmaya başladık. Hatuniye medresesi kapalıydı.
Medresenin yanındaki Karaman müzesine girdik. Küçük bir müze olmasına rağmen
içerik olarak zengindi. Buradan ayrıldıktan sonra Hürrem Dayı evi’ne gittik.
Maalesef burası da kapalıydı. Şehrin bu bölümlerinde dolaşırken “Karaman ilçe
olarak kalsaydı” diye düşünmedim değil.
Yürüyerek
çeşmeli kiliseye ulaştık. Burayı da kapalı görünce Karaman İl Turizm
müdürlüğündekilerin kulaklarını iyice çınlattık. Emitt ve benzeri fuarlarda her
yıl boy gösterisi yapıp sözüm ona şehirlerinin tanıtımını yapan ve turistleri
şehirlerine çekmeye çalışan Karaman’lı yetkililer, şehirlerinde bulunan
gezilecek yerlerin kapılarındaki kilitleri de bir zahmet kaldırsınlar.
Tartan evi |
Bu kadar
vakit kaybı yeter diyorduk ki Tartan evi karşımıza çıktı. Neyse ki burası
açıkmış. Eski ve görkemli bir konağı turizme kazandırmışlar. Özellikle üst
katın tavandaki çizim ve nakışlar gerçek bir el emeğiydi.
Karaman
merkeze 50 km kadar uzaklıkta bulunan Tahıl ambarları ve İncesu mağarasına da
gitme niyetimiz vardı ama merkezdeki yerlerin yarıdan çoğu kapalı olunca risk
almak istemedik ve Mut’a doğru devam ettik. Karaman’dan çıktıktan sonra yer
şekilleri değişti ve çam ağaçlarıyla dolu dağlar görünmeye başladı. Coğrafya
derslerinden hatırladığımız Sertavul geçidinden geçtik. Burası aynı zamanda
Karaman Mersin il sınırı.
Biraz
ilerledikten sonra Alaoda kilisesi tabelasının önünde aracı park edip bayır
aşağı yürüdük. Ancak kiliseyi bulamadık. Ne yazık ki anayoldaki tabela dışında
kilisenin yerini gösteren herhangi bir işaret yok.
Birkaç
kilometre ileride Alahan manastırı tabelasını görüp döndük. İki kilometrelik
dik bir tırmanışın sonunda manastır karşımıza çıktı. Giriş ücretsiz. Yapılan
restorasyonla ana bina ortaya çıkarılmış ama manastırın diğer bölümleri harabe.
1300 metre yükseklikten manzara harika.
Alahan manastırı |
Anayola
çıkıp Mut istikametinde ilerledik. Mut’a birkaç kilometre kala Yerköprü
şelalesi tabelası karşımıza çıktı. 20 kilometre asfalt yolda, 10 kilometre de
toprak yolda ilerledikten sonra şelale girişinde durduk. Makbuz karşılığında 12
lira ödeme yapıp arabamızı park ettik. Araç park yerinden itibaren şelaleye
kadar parke taşlardan yürüyüş yolu yapılmış. Yaklaşık 1 kilometrelik yürüyüşün
ardından Göksu nehrinin üzerinde oluşmuş bir doğa harikası karşımızdaydı.
Şelalede
depoladığımız temiz hava karnımızı acıktırmıştı. Mut’un içinde bir şeyler yemek
için durduk. Durmuşken de Mut’a şöyle bir göz attık.
Mut’dan
Silifke’ye kadar olan yol beni çok yordu. Hükümetin en iddialı olduğu, duble
yol inşaatı yoğun araç trafiğine rağmen nedense bu rotada başlamamış. Tek şerit
gidiş geliş nedeniyle ağır bir vasıtanın arkasında kalınırsa yol bitmek
bilmiyor.
Geceyi
Silifke öğretmenevinde geçirdikten sonra ufak bir şehir turu yapıp yolumuza
devam ettik. Silifke kalesini ve kalenin eteğindeki Tekirambarı sarnıcını
gördük. Göksu nehri Silifke’nin içinden geçip Akdeniz’e dökülüyor. İçinden
nehir geçen yerlerin ayrı bir havası oluyor. Silifke’de öyleydi.
Cennet çöküntüsü |
Mersin
yönüne devam edip Cennet-Cehennem denilen çöküntülere ulaştık. Tektonik
hareketler sonucu oluşmuş ki ayrı çöküntüye, birinin içinde hiç ot bitmemesi
diğerinin ise yeşil olması nedeniyle cennet ve cehennem denilmiş. Cennet
çöküntüsüne çocuklarla inmek kolaydı ama çıkmak zor oldu. Çöküntü sonucu bir
mağara oluşmuş. Mağaranın girişinde bir de kilise kalıntısı var. Cehennem
çöküntüsüne ise inmek mümkün değil, sadece kenarından bakılabiliyor.
Çöküntülere giriş müze kart ile ücretsiz. Cennet cehennem ile aynı yol üzerinde
bulunan Astım mağarasına uğradık. Küçük bir mağaraydı. Burada müze kart
geçmiyor.
Birkaç
kilometre ileride denizin ortasına yapılmış Kızkalesi var. Türkiye’nin
tanıtımında en önlerde yer alabileceğini düşündüğüm bu tablo gibi kalenin
hakettiği ilgiyi görmediğini fark ettim. Çevre oldukça bakımsızdı. Kaleye
geçmek için kıyıdan tekneler kalkıyor ancak turist olduğunuzu anlayınca yüksek
fiyat çekiyorlar. Belediyenin burada yapması gereken teknecileri bir çatı
altında toplayıp makul bir fiyattan kaleye seferler düzenlenmesini sağlamak.
Gelmişken bu manzaralı plajda deniz sezonunu da açtık. Deniz sığ ve dalgasız.
Eminim yazın yüksek sezonda plajda yer bulmak zor oluyordur.
Mamure kalesi |
Mersin’e
doğru bir kilometre daha devam edip Korikos antik kentini dışarıdan gördükten
sonra yeniden Silifke yönüne döndük. Gezi planımda şeytan deresi ve adam
kayalar denilen kabartma heykelleri de vardı ama okuduğum yorumlarda, bölgenin
çocuklarla yürümek için tehlikeli olduğu yazdığından burayı gezi planımdan
çıkarttım.
Bir sonraki
durağımız Gilindere mağarasına ulaşmak için Anamur’a doğru 1 saat kadar gittik.
Yolun belirli kesimlerinde duble yol çalışmaları var. Bazen kısmi olarak açılan
duble yollara girip hızlansak da genelde eski dağ yollarından kıvrıla kıvrıla
devam ettik. Neyseki bu bölgede araç trafiği çok yoğun değildi. Gilindere
mağarası aydıncık yakınlarında. Benzerlerinden farklı olarak girişi denize
bakan bir yamaçta. Yani normal şartlarda burayı bulmak pek kolay değil. Çoğu
mağaranın keşfedilme hikayesine benzer biçimde meraklı bir çoban tarafından 10
yıl kadar önce fark edilmiş. Mağaranın yolu ve iç aydınlatması özel bir şirket
tarafından yapılmış ve aynı şirket tarafından işletmesi yapılıyor. Mağara, tam
bir doğa harikası ve içerisinde aynalı göl denilen doğal bir göl var. Giriş
ücreti 6 lira, müzekart geçmiyor.
Gilindere mağarası ve aynalı göl |
Anamur’a
doğru devam ettik. Yol kenarları muz bahçeleriyle ve tabi muz satıcılarıyla
dolu. Bir tanesinin yanında durduk. Kilosu 6 liraymış. İstanbul’da pazarda 4
liraya satılan yerli muz, üretildiği bahçenin önünde %50 daha pahalıya
satılıyordu.
Bir sonraki
durağımız Mamure kalesiydi. Kale Selçuklular tarafından fethedilirken çok
yıpranmış. Ardından yeniden imar (mamur) edilmiş. Bu nedenle ismi mamuriye (yeniden
inşa) kalesiymiş. Kale, dışardan günümüze gayet iyi bir şekilde ulaşmış gibi
görünüyordu. Meğer restorasyon yapılıyormuş. İçine giremediğimizden çevresinde
bir tur attık. Fotoğraf meraklıları için güzel bir yer.
Google
haritalarda Anamur’da ne var ne yok diye baktık. Köşekbükü mağarası tam
yolumuzun üzerinde görünüyordu. Şehir içinde mağara olur mu olmaz mı derken
anladık ki mağaranın konumu yanlış işaretlenmiş. Mağara merkeze 16 kilometre
uzaklıkta olunca gitmekten vazgeçtik. Merkezde bulunan Şavkı Efendi Konağına
ulaştık ama burası da kapalıydı.
Anemurium Antik kenti, Anfitiyatro |
Anamur’da
görülmesi gereken en önemli yer olan Anemurium antik kentini gezdik. Tarihle doğanın
iç içe olduğu, hamamlardan evlere, anfitiyatrodan meydanlara kadar yapıların
kalıntılarının bulunduğu güzel bir ören yeriydi. Deniz mevsiminde burada yüzerek
denizin altındaki kalıntıları da görmek mümkünmüş. Aniden bastıran yağmur
nedeniyle Anemurium gezimizi yarıda kesip aracımıza döndük.
Anamur’dan
Gazipaşa’ya kadar olan yol muz tarlaları, dağ ve deniz manzaraları eşliğinde
devam ettiyse de virajlı olması nedeniyle yorucuydu. Gazipaşa’dan sonra düz bir
yoldan Alanya’ya devam ettik.
Turizmin bir
ilçeyi nasıl büyütüp koca bir şehir haline getirdiğinin en büyük örneği
herhalde Antalya’nın Alanya ilçesidir. Merkezden hem batı hem de doğu yönünde
30 kilometre kadar gidiyorsunuz ve her yer otel. Yazın, deniz güneş kum turizmi
için ilçeye akın edenlerle hınca hınç dolan plajlar, bu mevsimde bomboştu.
Alanya’nın merkezi için ise aynı şeyleri söylemek zor. Aracı park edecek yeri
zar zor bulup Kızılkule’ye doğru yürüdük. Kule; limanı, tersaneyi ve Alanya
Kalesi’ni deniz yönünden gelecek saldırılara karşı korumak amacıyla Selçuklu
hükümdarı I.Alaaddin Keykubat tarafından 13. yüzyılda inşa ettirilmiş. Müze
kart ile hem kuleye hem de tersaneye ücretsiz girdik. Ortaçağda yapılmış bir
tersaneyi gezmek güzeldi.
Kalenin batı
tarafında bulunan plaja Kleopatra plajı deniyor. Efsaneye göre Kleopatra
buradan denize girermiş. Buranın yazın nasıl cıvıl cıvıl olduğunu bildiğimden
boş hali hiç ilgimi çekmedi. Plajın bittiği yerde Damlataş mağarası bulunuyor.
Astıma iyi geldiği söylenen mağara turistler tarafından çok ziyaret edildiği
için olsa gerek giriş ücreti 17 lira ve müze kart geçerli değil. Üstelik çok
küçük.
Kızılkule, Alanya |
Antalya
yönüne devam edip bir süre sonra Konya sapağından döndük. Deniz havası yerini
dağ havasına bıraktı. Çok kayda değer olmamakla birlikte bu yol üzerinde de
görülebilcek bir iki yer var. Havanın kararmasıyla yolda yanımızdan kamyon
harici araç geçmez oldu. Akseki üzerinden gecenin ilerleyen saatlerinde Beyşehir’e
ulaştık. Geceyi geçirmek için göl manzaralı öğretmenevini seçtik.
Ertesi sabah
Beyşehir’in ünlü Eşrefoğlu camiini görmeye gittik. 14.yüzyılda yapılmış caminin
inşaasında ağaç kullanılmış. Sütunlar bile ahşaptan ve direklerin üzerinde,
kapılarda, sütunlarda harika el işçilikleri var.
Eşrefoğlu camii, Beyşehir |
Beyşehir’den
sonra Konya’ya devam edip akşam kalkacak uçağımıza kadar Konya’nın içini gezdik.
Konya gezi notlarım için tıklayın. Cuma sabahından pazar akşamına toplam bin
kilometrelik keyifli bir haftasonu gezisi başladığı gibi havaalanında
noktalandı.
Maliyetler:
Uçak bileti:
gidiş dönüş 38 lira X 4 kişi= 152 lira (pegasus kara cuma kampanyası)
Araç kirası:
195 lira (3 gün)
Benzin: 160
lira
Konaklama 2
gece: 140 lira
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder