20 Ekim 2016 Perşembe

Erzurum ve çevresi

Bu yıl malum nedenlerden yurtdışına çıkış için izin gerektiğinden yazdan yaptığım gezi planlarımın tamamı yurtiçi rotaları. Bu sefer uçak biletleri de pegasus’un 1 alana 1 bedava kampanyası sayesinde bedava. Şansımıza ılık ve güneşli bir sonbahar haftasonunu Erzurum ve çevresine ayırdık.
Aziziye tabyalarından manzara böyle; Palandöken'de henüz kar yok.
Saat kulesinden Erzurum
Yazımın ilk bölümünde aşağıda haritada gösterdiğim rota dahilinde Erzurum çevresinde gezilecek yerleri, ikinci bölümünde Erzurum’un içinde gezilecek yerleri anlattım.

Erzurum havaalanından aracımızı aldıktan sonra şehir içine hiç uğramadan doğuya doğru ilerledik. Yol güzel ve sakindi. Pasinler ilçesine yaklaşırken yol kenarındaki satıcılar dikkatimizi çekti. İstanbul’da pazarlarda hiç görmediğimiz büyüklükte lahanalar vardı. Merakımızı gidermek için bir tanesinin yanında durduk. Satıcı 14-15 yaşlarında bir çocuk. Sorduk “bunlar nasıl bu kadar büyüyor” diye. Çocuk “abi biz nasıl büyüyorsak onlar da eyle büyüyorlar” dedi. Üstüne elma ve çekirdek ikram ederek gezimize renk kattı.
Dev lahanalar

Pasinler kalesi

Pasinler ilçesinde görülmesi gereken Hasankale’ye çıkmadan önce ilçede ufak bir tur atıp közde pişmiş döner yedik. Kalenin diğer adı Pasinler kalesi. Restorasyon görmüş duvarlardan ilçeyi ve ovayı izledikten sonra yolumuza devam ettik. Yine yolumuzun üzerinde bulunan kaplıcalara vakit darlığı nedeniyle uğramadık.  
Bir müddet sonra Ardahan yönüne döndük. Yol ayrımından Narman 1 saat uzaklıkta. Bölgeye yaklaştıkça kayaların rengi kızıla döndü. Biraz daha gittikten sonra tabelayı gördük. Peri bacaları hemen yolun kenarında ve etrafta kimsecikler yok. Yine Türkiye’nin yeterince tanıtılmamış bir doğal güzelliği daha. Peri bacaları denilince Türkiye’de herkesin aklına gelen Ürgüp ve Göreme. Ancak Narman’da da az sayıda da olsa bu oluşumlardan var. Kızıl renkli bu peribacaları gün batımına yakın güzel manzaralar oluşturuyor.
Oltu ilçesi aynı isimle anılan taşın işlenmesi ile oluşturulmuş hediyelik eşyalarıyla ünlü. En çok tesbih yapımında kullanılıyor. Oltu’da tesbihçilerin bulunduğu çarşıda çeşit çeşit oltu taşından yapılma tesbihleri gördük.

Geceyi öğretmenevinde geçirdikten sonra ertesi sabah erkenden yola koyularak kuzeye doğru ilerledik. Bu bölgede yüzlerce yıl önce inşa edilmiş bir çok harabe kilise olduğunu okumuştum. Bunlardan biri de Bana katedrali. Bu Gürcü katedrali 10.yüzyılda inşaa edilmiş ve bu yüzyılın başına kadar da sağlammış. Günüümüzde sadece yan duvarları kalmış. Buraya ulaşmak için Oltu’dan Ardahan’a giderken Penek köyü’ne giden yolu bulmak gerekiyor. Yolda katedrali gösteren herhangi bir işaret yok.
Oltu kalesi
Bana katedrali harabeleri
Penek’den ana yola çıktıktan sonra geri dönüp bu kez Artvin yönüne döndük.Bu bölgeye yeni bir baraj yapılmış. Bu nedenle bazı köyler de boşaltılmış, yolun yeri değişmiş.Uzun bir süre baraj gölü sağımızda olarak yol aldık. Bu tür gezilerde yol üzerinde gördüğümüz en ufak tarihi yer tabelasını bile değerlendiriyorum. Yine böyle bir tabela görünce hemen yoldan çıktık. Ana yolda yazan isimle yukarıda kalenin dibinde bilgilendirme levhasında yazan isim birbirini tutmuyor. 6 kilometrelik sadece birinci viteste tırmanış ile varılan tali yolun sonunda Esbeki kalesi ve manastır kompleksinin harabelerine ulaşılıyor. Buranın tarihi hakkında pek fazla bilgi yok. Kalenin ayakta kalan kısmı bence görülmeye değerdi ama olmasa bile sırf macera olsun diye bu kaleye çıkılır. Tabi arabanızın lastiklerine güveniyorsanız.
Esbeki kalesine çıkarken manzara müthişti.
Yol yer yer kötüleşiyor.
Esbeki kalesi
İşhan köyüne yaklaşırken bu kez İşhan kilisesinin tabelasını gördük. Yine dik bir  tırmanışla ulaştığımız bu kilise restorasyon altında idi. Bu nedenle içine giremeyip dışarıdan izlemekle yetindik. 1000 yıllık olmasına rağmen görünüş olarak en sağlam olanı buydu.
İşhan kilisesi
Bir sonraki durağımız Tortum şelalesi oldu.Seyrine doyulmaz bir manzaraydı. Suyun akışı o kadar kuvvetli ki konuşmalar bile zor duyuluyor, rüzgarından ıslanılıyordu. Tortum şelalesi Erzurum’a gidildiğinde mutlaka ziyaret edilmesi gereken bir yer.
Tortum şelalesi ve Tortum gölü
Şelale’den ayrılıp Erzurum’a doğru devam ettik. Tortum gölü bir müddet solumuzda yolculuğumuza eşlik etti. Bir sonraki durağımız Öşvank kilisesi idi. Ama bu kilise için yolda bir işaret olmadığından yolu kaçırdık. Neyseki çabuk farkettik ve geri dönüp google haritalar yardımıyla yolu bulduk. Bu kilise diğerleri gibi fazla tepede değil. Ama yine bir köyün içerisinde kalmış. Kubbesi tamamen çökmüş ama diğer tüm yapılar ayakta. Kilisenin arkasına doğru yürüyüp köyü dolaştık.
Öşvank kilisesi
Geçerken bir de Uzundere ilçesini görelim dedik. Bu ilçe geçen yıl cittaslow yani sakin şehir seçilmiş.
Erzurum’a yaklaşırken bir kale tabelası daha görüp girdik. Adı Engüzekkapı kalesi. Bu kale yolun hemen kenarındaki dik bir yamacın tepesinde. Ancak yanına çıkmak imkansızdı ve günümüze fazla bir bölümü ulaşamamıştı. Aşağıdan bakmakla yetindik.

Ertesi sabah geceyi geçirdiğimiz Erzurum Öğretmenevinin tam karşısında yer alan Atatürk Evi ile gezimize başladık. 120 yıllık bina bir müddet valilik ve Alman konsolosluğu olarak kullanılmış. Milli mücadele yıllarında Atatürk binanın bir odasında kalmış.Erzurum’da milli mücadele yıllarını hatırlatan diğer bir yapı Erzurum kongresi binası.
Erzurum Atatürk evi
Erzurum Kongre binası
Görülmesi gereken Anadolu Selçuklu dönemine ait tarihi yapılar birbirine çok yakındı. Üç Kümbetler, Çifte Minareli Medrese, Erzurum Kalesi, Ulu cami, Rüstempaşa Kervansarayı merkezde gezilmesi gereken yerler. Üç kümbetlerde Sarı Saltuk ve diğer iki anonim mezar var. Çifte minareli medrese güzel bir restorasyondan geçmiş. Sivas’ta aynı tarzda gördüğümüz medresenin içi çay bahçesi, odalar ise hediyelik eşya satıcısı olarak düzenlenmişti. Neyse ki burada öyle bir şey yok. Belediye büyük bir projeye imza atmış. Tarihi yapıların çevresinde var olan yapılaşmayı kamulaştırıp tüm tarihi eserleri görünür hale getirmeye çalışıyorlardı. Önümüzdeki yıl buraları gezmek çok daha kolay ve keyifli hale gelebilir. Kaleye giriş müze kart ile ücretsiz ancak içinde ilgimizi çeken tek yer tarihi saat kulesinden Erzurum manzarasını izlemek oldu. Rüstem paşa kervansarayı ise günümüzde Tahan olarak biliniyor ve oltu taşından hediyelik eşya satanların mekanı olmuş. Cumhuriyet caddesinden devam edince biraz ilerde Yakutiye Medresesi ve Lalapaşa cami bulunuyor. Yakutiye medresesine giriş müze kartla ücretsiz. Burada çağdaş müzelerde görmeye alıştığım balmumu heykeller yardımıyla canlandırmalar yapılmış. Eski zamanlarda medresenin kullanımı ve insanların yaşantısı bu heykeller ile anlatılıyor.
Yakutiye'de geleneksel Erzurum köy evi yaşantısı tasvir

Üç kümbetler

Çifte minareli medrese

 
Taşhan
Cağ kebabının şişi 3,5 lira ile 6 lira arsında değişiyor.

 
Nene hatun Milli Parkı’nın içinde yer alan Aziziye tabyalarını gördük. Osmanlı Rus harbi öncesinde inşa edilen tabyalar yola hakim bir tepede. Tabyaların arasında kısa yürüyüş mesafeleri var. Bunlardan birinci tabyanın bir bölümü yıkılmış. İki ve üçüncü tabyalar sağlam. Nene hatun mezarı da birinci tabyanın yanında.
Lala paşa cami Erzurum merkezde
İçeri girerken eğilmek saygıdan

Aziziye 3 tabyası
Erzurum havalimanı




9 Ekim 2016 Pazar

KARADAĞ / Ulcinj, Budva, Kotor

“Gezmek yaşamaktır”. Andersen’in bu sözünü çok severim. Fırsat bulduğum her an yeni yerler görmek üzere yola çıkmak beni yeniliyor ve motive ediyor. Bu yaz yaşanılanlar nedeniyle iptal olan planlarım, yaz tatilinin bitmesine yakın, izinlerin yeniden açılmasıyla birlikte yeniden önüme geldi. 9 günlük kurban bayramı tatili için arayış içerisine girdim ama süre azalmıştı ve 9 gün uzaklar için yeterli değildi. Üstelik bilet fiyatları da bayram tatili nedeniyle el yakıyordu. Şansımı yakınlarda denemeye karar verip balkanların incisi Karadağ’a doğru yola düştüm.
Karadağ eski Yugoslavya’dan ayrıldıktan sonra 2006 yılında bağımsızlığını ilan etmiş, Avrupa’nın genç cumhuriyetlerinden birisi. Kuzey komşusu Hırvatistan gibi sahip olduğu bakir kıyıları ve tarihi kentleri sayesinde turizmden büyük bir gelir elde ediyor. Karadağ’ın başkenti Podgorica ve para birimi euro.
Ülkeye Arnavutluk üzerinden girdim. Arnavutluk’un İşkodra (Shkoder) şehrinden, Karadağ’ın Ülgün (Ulcinj) şehrine günde 3 kere otobüs var ve yolculuk sınır geçişi dahil 1 saat 15 dakika sürüyor. Aslında mesafe sadece 45 kilometre ancak yol her iki ülkede de dar.Bilet: 5 euro. Minibüste pasaportlar muavin tarafından toplanıp bilgiler bir kağıda yazılıyor. Sınırda 15 dakika kadar araç içinde bekleniyor. Bu sırada pasaportlara giriş damgası basılıyor.
Arnavutluk-Karadağ sınırı
Ulcinj’de otobüs garajı yakınlarında ufak bir hostelde gecelik 8 euro ya kaldım. Şehir merkezine gitmek için otobüs terminalinin olduğu caddenin bitiminden sağa dönüp ilerledim. Bu yol aynı zamanda denize doğru da gidiyor. Sağlı sollu görmeye başladığım camiler Osmanlı’nın bu topraklardaki varlığının bir göstergesi. Aynı zamanda Ulcinj şehri günümüzde Karadağ’da müslümanların en fazla yaşadığı yer. Yapılış tarihleri 17-18.yüzyıl olan 5 tane camiyi, bir hamamı ve 1 türbeyi gördükten sonra sahile doğru yürüdüm. Sokaklarda camiler dışında başka önem taşıyan bir yapı yoktu. Küçük ve şirin bir şehir olduğu her halinden belli. Denize yaklaştıkça yapılar biraz daha modernleşip, dükkanlar bar ve restoranlara dönüştü. Denize paralel bir yürüyüş alanı ve plaj dikkatimi çekti. Yolun denizle birleştiği yerde plajın hemen arkasında bir cami daha var. İsmi denizciler camiymiş. 1930’larda yıkıldıktan sonra yakın bir zamanda tamamen yeniden inşa edilmiş. Caminin müezzininden izin alarak minareye çıktım. Buradan manzara çok güzeldi.
Bu menü 4 euro
Ulcinj'de Osmanlı'dan kalma türbe.



Ulcinj sokakları


Osmanlı eseri cami ve hamam yanyana.

Denizciler cami yeniden yapılmış.


Denizciler camii minaresinden manzara
Ulcinj’den Arnavutluk yönüne doğru giderken güzel plajlar var. Ertesi gün bunlardan en ünlüsü olan Velika Plaja’ya uğradım. Buraya gitmek için Stoj dolmuşlarına biniliyor. Daha ileride bir de Bojana adası var ki buraya gitmek farklı bir deneyim olabilir zira adanın en önemli özelliği nudist plajı. Stoj dolmuşları Ada bojana’ya kadar gidiyor ancak mesafe uzadığı için fiyat da artıyor. Giriş için ayrıca 2 euro ödeniyor. Adayı oluşturan Buna nehri iki kola ayrılıyor ve diğer kol Arnavutluk ile sınırı oluşturuyor. Adanın girişinde Buna nehrinin üzerinde bulunan köprünün her iki yanında balık lokantaları vardı.Okuduğum kadarıyla fiyatlar yüksekti. Aracıyla gelen birkaç kişi dışında herhangi bir minibüs falan görmediğimden Ulcinj’e dönüşü otostopla yaptım.
Buna nehri kıyısında balık lokantaları
Buna nehri üzerindeki köprü Ada Bojana'ya bağlıyor.
Ulcinj’den Budva’ya devam ettim. Bu arada Karadağ’lılar bu şehre ultsini diyorlar. Yol birkaç saat sürdü ve bilet 7 euro. Kıyı boyunca denize girilecek bir çok yer var. Bunlardan en önemlisi Bar şehri ama burda durmayı hiç düşünmedim. Geçerken gördüğüm kadarıyla Bar büyük, düzenli bir sayfiye şehriydi.

Budva’ya inince ilk işim terminalden kablosuz internete bağlanmak oldu. Karadağ’da bütün otobüs terminallerinde ücretsiz wifi hizmeti mevcut. Baktığım birkaç hostelden terminale en yakın olanına doğru yola çıktım. İlk vardığım yer bir pansiyondu. Resepsiyonda kimseyi göremeyince yakınlardaki bir diğer hostele baktım. Burası kalabalıktı. Dorm odalarında yer yokmuş. Sadece tek kişilik oda müsaitmiş. Fiyatını sordum, resepsiyondaki kadın 15 euro dedi. Pazarlıkla 10 euro’ya indirmeyi başardım.
Budva'da plaj.


Budva kalesinden Adriyatik'te gün batımı




Hostele yerleştikten sonra şehri keşfe çıktım. Deniz kıyısını takip ederek eski kente ulaştım. Budva’nın eski kenti çok iyi korunmuş. Kalenin manzarası harikaydı. Tarihi yapılar, kiliseler, eski evler, katedraller keyif verdi. Şehrin dar sokaklarında dolaşırken bir anda deniz karşınıza çıkıyor. İnsanlar tarihi kalelerin önünde denize giriyorlar.Sahil yapılaşmaya kurban edilmemiş ve kirletilmemiş. Tek hoşlanmadığım şey eski kentdeki kalenin etrafında en güzel deniz manzaralı yerlerin lüks restorantlara dönüştürülmüş olmasaydı. Sahil boyunca bir çok plaj var. Bu plajlar eski kenti geçince de devam ediyor. Plajları kullanmak ücretsiz ancak şezlong ve şemsiye ücretli. Hepsinin ismi ve fiyat tarifesi farklı. Ayrıca sahilden tekne turlarıyla Sveti Nikola adasına yüzmek için gidilebiliyor.
Geceleri sahil boyunca insanların piyasa yaptığı bir cadde var. İsmi slovenska. Restoranlar, barlar, tur şirketleri, turistik eşya satıcıları gibi bir tatil yerinde olabilecek herşey bu caddedeydi. En son yaşanılan krizden sonra Türkiye’ye gelemeyen Ruslar’da Budva’yı adeta işgal etmişlerdi. Turistik yerlerde dil yozlaşması Türkiye’de alışkın olduğumuz bir şeydir ama bu şehirde de Rus turiste o kadar alışılmış ki her yerde tabelalar Rusça’ydı.Tüm satıcılar ana dili gibi Rusça konuşuyordu.


Budva geceleri
Budva’ya yakın bir mesafede ünlülerin adası olarak ünlenmiş Sveti Stefan adında bir ada var. Kıyıya çok yakın olduğundan bana Mersin’deki Kızkalesini hatırlatmıştı. Ertesi günümü buraya gitmek için ayırdım. Terminalden ortalama yarım saatte bir kalkan otobüslerden biriyle kısa bir sürede adanın bulunduğu mevkiye ulaştım. Buradan Sveti Stefan’a doğru merdivenlerden inilebiliyor. Otobüse gidişte 3 euro, dönüşte 2 euro ödedim.Burası yakın bir zamana kadar sıradan bir balıkçı köyüymüş. Sonra bir otel zinciri köyün tamamını satın almış ve otel haline çevirmiş. Şu anda otel müşterisi olmayanlar yada adadaki lüks restoranlardan birinde rezervasyonu olmayanlar adaya giremiyorlar. Adanın karşısındaki plajlardan ada manzarasıyla denize girmek ücretsiz ama şezlong ve şemsiye kiralamak isterseniz adanın lüksünden aşağı kalmayan bir fiyat tarifesiyle karşılaşıyorsunuz. En ön sıra şezlonglar 30 euro dan başlıyor ve arkaya doğru azalarak 5. sırada 15 euro’ya kadar düşüyor.
Budva otobüs terminali


Sveti Stefan adası

Budva’da tatil modunda güzel günler geçirdikten sonra yakındaki bir diğer şehir Kotor’a geçtim. Kotor Budva’ya kıyasla çok daha küçük ama bir o kadar da şirin bir şehir. Kotor’u bir uçtan diğer uca adeta kollarının arasına almış korur gibi çevreleyen dağlar, denizin mavisiyle birleşince seyrine doyulmayacak bir manzara çıkarmış ortaya. Eski kent işte o dağların eteğine kurulmuş ama aynı zamanda burada yaşayan insanlar düşmanlarına karşı eski kentin dağlık kısmını da surlarla örmüşler. Zaten coğrafi olarak kendiliğinden korunaklı olan bir kenti bir de insan eliyle bu kadar savunmak başlangıçta bana şaşırtıcı gelse de şehrin doğal güzelliğini gördükten sonra burada yaşayan insanlara hak vermedim de değil..İlk görüşte hoşuma gitti bu şehir. Eski kentin sokaklarında dolaştım, kaleye çıkıp eşsiz manzarayı izledim.Deniz kıyısında uzun yürüyüşler yaptım. Akşamları gün batarken, günübirlik gelen transatlantiklerin Kotor’a veda edişini izledim. Adeta ruhumu dinlendirdim. Budva mı kotor mu deseler ben Kotor derim.
Kaleden Kotor manzarası

Budva eski kentte katedral

Budva eski kent

Budva eski kentin giriş kapılarından biri
Bir gün Kotor’dan Perast isimli köye gittim. Buraya gitme nedenim tıpkı Sveti Stefan gibi denizin ortasında yer alan iki ayrı adaydı. İsimleri Sveti Dordje ve Gospa od Skrpjela. Bu adalar Sveti Stefan’a göre daha açıkta. Sveti Dordje’nin üzerinde bir manastır var. Otobüsten indiğim yerden deniz kıyısı boyunca yürüyerek bölgeye ulaştım. Ancak adaya gitmek için bir tekne hizmeti bulamadığımdan karşıdan fotoğraflarını çekmekle yetindim.
Sveti George adası



Bu seyahatim sadece Karadağ ile sınırlı değildi. Başka ülkelere de uğradım. Onlarda yakında bloğumda olacak. Takipte kalın.